Bir konferans öncesi, Sahabeden Muhacir ile Ensar arasında geçen bir olayın sinevizyonu gösterildi. Aklımda kaldığı kadarıyla olayı hatırlatayım.
Mekke’den hicret eden Muhacir kardeşine evini açan Ensar’dan birisi, Muhacir kardeşine; “Benim şu kadar malım var. Yarısını sana vereceğim. Benim iki tane eşim var. Hangisini istiyorsan boşayayım, sen kendine nikahla!” diyor.
Bu ve benzeri olayları, sahabe hayatını okurken defalarca görmüşsünüzdür. Yıllardır dinlediğim ve bildiğim bir olay olmasına rağmen, ilk defa o gün bu olayı, günümüze getirerek düşünmeye çalıştım.
Böyle bir olayın bugün olması mümkün mü? “Malımın yarısını zor durumda kalan din kardeşime vereceğim!” diyen birisine rastlamamız mümkün mü? Hadi diyelim bu olaya şahit olduğumuz, nadir de olsa, bazı örnekler gördünüz. Ya ikinci örnek?
“İki eşimden hangisini istiyorsan söyle. Ben boşayayım sen nikâhına al!” diyen birisine rastlasak, bizim ilk tepkimiz ne olur? Argo ifadelerimizin en kibarı “Boynuzlu!” olurdu herhalde.
Beni asıl düşündüren bakış açısı, “Sahabe bu konularda nasıl bu kadar rahat olabiliyordu?” sorusunu düşünmek oldu.
Bu sorunun cevabı zihnimde yeni bir sayfa açtı. Hayata, hayatın sıkıntılarına, çevremize, insana, eşyaya bakarken, merkezimizde ALLAH yoksa anlam kayması yaşıyoruz. Bu anlam kayması, huzur yolunda sapmalar meydana getirdiği için, huzursuzluklarımız artıyor.
Allah Ne Der?
“Allah ne der?” bakışı ile baktığınız zaman, elinizde eşyaya bakış açınız değişiyor. “Allah ne der?” diye baktığınız zaman, eşinize ve namus algısına bakışınız değişiyor. “Millet / çevrem ne der?” diye bakmadığı için sahabe, iki eşinden birini Muhacir kardeşine nikâhlamayı düşünürken, tereddüt etmiyor.
Elbette o günlerin sosyolojik ve kültürel yapısının da bunda bir etkisi var. Bu olayın bende açtığı bakış açısıyla günümüze baktığımda, çok farklı örneklemeler yapabilirim.
“Yaşadığımız birçok problemin temelinde, ALLAH inancımızın sağlam olmaması yatıyor!” cümlesinin altına, her Müslüman imza atar. Ancak imza atmak kolay, atılan imzanın arkasında durmak zordur.
“Eşim bana böyle davrandığı için ben de ona şöyle davranıyorum” diyen bir erkek veya kadının, bakış açısının merkezinde Allah olmadığı için, problemleri bitmiyor.
“Âlemin enayisi ben miyim? Herkes ihale komisyonlarıyla zengin oldu. Ben de kendimi kurtaracağım!” diyen kişinin hayatının merkezinde Allah değil, çevresi ve menfaati olduğu için yanlışlara düşüyor.
“Namusumu temizledim!” diyerek ailesinden birisini öldüren kişinin hayatının merkezinde Allah değil, kişisel egosu vardır. “Milletin yüzüne nasıl bakarım?” cümlesiyle, Allah için değil, egosu için hareket ettiğini göstermiş oluyor.
Hayatın Merkezinde Eşya!
Depremde, tüm servetiyle yaptırdığı apartmanının yıkıldığını gören kişi, enkazdan kurtulduğu, hiçbir yerinden yara almadığı hâlde, binasının yıkıldığını görünce kalp krizi geçirip ölüyor. Hayatın merkezinde ALLAH değil, apartman olunca, kalp dayanamıyor.
Elindeki eşyaya bakarken, “Allah’ın emaneti!” merkezli bakmayıp akraba ve komşulara hava atacak bir nesne gibi bakan insan, elindekileri kaybedince hayata tutunma umudunu da kaybediyor.
Hayatın Merkezinde Aile!
Çocukların anne-babalarına, anne babaların çocuklarına bakış açılarında da aynı problemli bakış açısı var.
Bir anne evladını severken, ölçüsüz ve sınırsız sevmemeli.
Evladını yaratanı, evladını sevdiğinden daha çok sevmeli. Bunu sözle değil, eylemleriyle göstermeli. Hayatının merkezinde Allah değil evladı olan bir anne, evladını kaybedince hayata küsüyor.
“Allahım! Sen verdin sen aldın. O evladımı bana sen sevdirdin! Şimdi onsuzluğa sabredecek gücü ver bana!” diye dua edebilmek için, hayatın merkezinde ALLAH olmalı.
Anne-baba sevgisi de Allah sevgisinin önüne geçmemeli.
Dünyaya gelmenize sebep olan, sizi karşılıksız olsa bile seven, sizin için çalışıp uykusuz kalan insanları (anne-baba) severken, sizi yaratana olan sevginizden fazla sevmeyin.
Annesiz kalmak, babasız kalmak elbette insanın içini acıtır. Ancak anne-babanın varlıkları da yaşlılıkları da, yoklukları da insanın imtihanıdır. Annesini kaybedince hayata küsen insanların problemi, hayatın merkezine Allah’ı değil, anneyi koymaktır.
Hayatımızın merkezinde ALLAH olmayınca, hayatın anlamı kalmıyor.
Hayatımızın merkezinde ALLAH olmayınca, küçük sıkıntılar büyük acılar çekmemize sebep oluyor.
Hayatın merkezinde ALLAH olmayınca, evlat / aile hayata tutunma sebebimiz oluyor.
Hayatın merkezinde ALLAH olmayınca, geçici dünya malı için, kısa ömrümüzü heba ediyoruz.
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar