Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. Patronuna işten ayrılmak istediğini ve artık ailesi ve torunlarıyla zaman geçireceğini söyleyerek müsaade ister.
Patron, marangozdan son bir isteği olduğunu söyleyerek “son kez bir ev daha yap sonra emekli ol” der. Marangoz kabul eder ve işe girişir. Fakat gönlü artık işte olmadığı için, baştan savma işçilik ve kalitesiz malzeme kullanarak evi bitirir.
İşini bitirdiğinde işveren evi gözden geçirmek için gelir. Evi biraz inceledikten sonra dış kapının anahtarını marangoza uzatarak, “Bu ev senin, sana benden hediye” deyince Marangoz şoka girer ve çok utanır. Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı hiç?
Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar örersiniz. Hayat bir “kendin yap” tasarımıdır. Oturduğunuz evin güzelliği de çirkinliği de sizin eserinizdir.
Geçen yıl Üsküdar-Eminönü vapurunda genç bir delikanlı tebessüm ederek yanıma yaklaştı. “Hocam nasılsınız?” diye söze başlayınca, eski bir öğrencim olduğunu anladım. Ne yalan söyleyeyim hiç hatırlamıyordum. Hatırlayamadığımı anladığı için “Sınıfın en arkalarında oturan sessiz sakin öğrencilerden birisiydim hocam! Hatırlayamamanız normal!” dedi. Bunu duyunca mahcup olmaktan kurtulmuştum.
“Size salep ısmarlayayım hocam” diyerek beni diğer köşeye çağırdı. Saleplerin hazır olduğunu görünce, benim yanıma gelmeden önce ısmarlamak için salepleri hazırladığını anlamıştım. Bir yandan salep içip bir yandan sohbet ediyorduk.
Yıllardır üniversiteye hazırlanan öğrencilere rehberlik hizmeti olarak eğitim seminerleri veriyorum. Derslerimde sınav süreci motivasyonu kadar hayata dair hikâyeler de anlatıyordum.
Marangozun hikâyesi de her yıl mutlaka anlattığım hikâyelerden birisiydi. Salep içerken öğrencim bana, “Hocam geçen yıl çalıştığım iş yerinde patrona çok kızmış aynı zamanda işten de iyice bıkmıştım. İşleri yarım yamalak yapmaya başlamıştım. Ama birden aklıma sizin anlattığınız marangoz hikâyesi geldi. “Ne yapıyorsam kendim için yapıyorum” diye düşünmeye başladım. İşimi gevşek tutmaktan vazgeçtim. Bugün daha iyi şartlarda çalışıyorum. O gevşekliğe devam etseydim şu an ki rahat konumuma gelemezdim. Belki de şu anda işsiz olacaktım” dedi.
Anlattığım hikâyelerin öğrencilerimin hayatlarında etki edeceğini biliyordum ancak bu kadar etkili olacağını düşünmemiştim. Öğretmenlik hayatımın en güzel hediyelerinden birisi oldu bu “teşekkür”. Emeğinizin boşa gitmediğini görmek insana ayrı bir mutluluk veriyor.
Hayata dair ders vermek veya hikâyeler anlatmak sadece seminer verenlerin konusu olmak zorunda değil. Meslek lisesinde “motor” dersine giren bir öğretmenin hatırasını paylaşmak istiyorum sizlerle.
Motor Dersinde Hayat Dersi Vermek!
O gün okula geldiğimde posta kutumu açtım. İçinde bir not vardı ve notta “şu numarayı arayın” yazısı ile bir telefon numarası vardı. İsmi de numarayı da tanımıyordum ama Meslek lisesinde otomotiv öğretmeni olduğum için bu tarz notlar alıyordum. “Bir öğrencim ya da arabasını tamir ettirmek isteyen birisidir” diye düşündüğüm için numarayı aradım. Karşımdaki kişi ne benim öğrencim ne de arabasını tamir ettirmek isteyen birsiydi.
“Aramanıza sevindim beyefendi. Bana birkaç dakikanızı ayırırsanız, size ilginç bir şey anlatmak istiyorum” dedi.
“Dinliyorum” deyip saatime baktım. Beş dakika sonra derse girmem gerekiyordu.
“Ben hemşireyim. Dün evime giderken arabam tekle-meye başladı”.
Yeniden saatime bakıp “evet” dedim.
“Gece geç bir saatti ve yalnızdım. Arabayı durdurmayı korkuyordum, ama sonunda arabanın daha fazla gitmeyeceğini anlayıp hemen kenara çektim. Birkaç dakika oturup ne yapa-bileceğimi düşündüm.”
Sabırsız gibi görünmek istemedim ama derse gitmem gerekiyordu. Dayanamayıp “Arabanıza bakmamı mı istiyorsunuz?” diye sordum.
Kadın “İzin verirseniz sözümü bitireyim” dedi.
“Korkuyla beklerken arabamın arkasında bir araba durdu ve içinden yirmi yaşlarında iki delikanlı indi. Neden durduklarını anlamadım. Çok korkmuştum. Bana ne olduğunu sordular. Arabayı yeniden çalıştırabileceklerini söylediler. Bende çaresiz razı oldum ve kaputu açtım. Arabanın içinde oturmuş, niyetlerinin kötü olmaması için dua ediyordum. Birkaç dakika sonra bana seslenip arabayı çalıştırabileceğimi söylediler.
“Siz de arabanızı tamir ettirmek için beni aradınız değil mi?” diye sordum.
Kadın “Hayır hayır, dinleyin lütfen!” diye söze devam etti.
“O gençlere minnettardım, defalarca teşekkür ettim. Para vermek istedim ama kabul etmediler. Sonra bana sizin eski öğrencileriniz olduklarını söylediler.”
Şaşırmıştım, “Benim öğrencilerim mi? İsimleri neymiş?” diye sordum.
“İsimlerini vermediler. Yalnız bana sizin isminizi ve okulun numarasını verdiler. Sizi arayıp teşekkür edeceğime dair onlara söz verdim.”
Şaşılacak şeydi doğrusu. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Öğrencilerime araba tamiri hakkında ders vermenin yanı sıra, hayat hakkında da bir şeyler öğretmeye çalışmışımdır; zahmete girmekten kaçınmamak, dürüst olmak, bildikleriyle insanlara yardıma koşmak gibi şeyler. Ama öğrencilerimin bu nasihatlerimin herhangi birini akıllarında tuttuklarını hiç sanmıyordum. Dersle hiç alâkası olmayan bu “hayat dersleri” sayesinde öğrencilerimin hiç tanımadıkları birine yardım ettiklerini bilmenin verdiği moralle sınıfa gittim.
Bir öğretmenin alabileceği en güzel hediyelerden birini almıştım.
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar