Kutsal görevler vardır hayatta. Maddî tarafından çok manevî bir yönü vardır bu görevlerin. İlk aklıma gelenler askerlik, imamlık ve öğretmenliktir.
Görev yaptığı sınır karakolunda nöbetini ihmal eden bir asker sorumluğunun farkında değildir. “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” sözü bir din görevlisinin manevî sorumluluğunu hatırlatır. Bir ülkenin geleceği olan gençlerini yetiştiren öğretmenlerin sorumluluğu ise bambaşkadır.
Sınırda nöbet tutacak askeri de hastaları muayene edecek doktoru da, toplumun dini hayatının icrasını sağlayan ve çocuklara din sevgisini aşılama sorumluluğu olan imamı da öğretmenler yetiştiriyor çünkü.
Öğretmenin nöbeti askerin nöbetinden kutsal gibi geliyor bana!
Kitap okuma alışkanlığı kazandıramadığı bir öğrenciye, sadece sözcük türlerini ezberletiyorsa bir Türkçe öğretmeni, tuttuğu nöbetin hakkını vermiş olur mu? Bir milletin dinini yok etmek isteyenlerin, önce o milletin dilini yozlaştıracağını öğrencilerine öğretmek, nöbet tutmanın sorumlulukları arasında değil mi?
Tarih şuuru ve bilinci vermeyen bir tarih öğretmeni, Kosova Savaşı’nın maddelerini öğrencilerine ezberletiyorsa “sınıfta nöbet tutmanın” ne demek olduğunu anlayıp anlamadığını sorgulamak zorundayız.
Çanakkale Savaşı’nın tarihini ezberletip, metre kareye altı bin mermi düşerken, tekbir nidalarıyla düşman üzerine koşan Mehmetçiğin manevî dinamiklerinden bahsetmiyorsa bir tarih öğretmeni, nöbet sorumluluklarını tekrar gözden geçirmek zorunda değil mi?
Türkiye’nin hangi coğrafi bölge içerisinde olduğunu öğrencilerine ezberleten bir coğrafya öğretmeni, topraklarımızın jeopolitik önemini kavratamıyorsa, meslekî nöbetini tekrar gözden geçirmek zorunda değil mi?
Düşünen insanların hayatlarını ezberleten bir felsefe öğretmeni, öğrencilerine düşünme ve tefekkür etme alışkanlığı kazandırmak için çaba sarf etmiyorsa sadece “felsefe” yapmış olmaz mı?
Üç bilinmeyenli denklemleri çözmenin formülünü ezberlettiği bir öğrencisine, hayatın iniş çıkışlarla dolu bir yolculuk olduğunu, zorlukların insan hayatının bileme taşları olduğunu da anlatmak zorunda değil mi bir matematik öğretmeni? Zor günlerde hayatla mücadele etmenin formüllerini kim öğretecek öğrencilere?
Bir geometri öğretmeni, öğrencilerine üçgenin iç açılarının toplamını öğretip, insanlığın iç acılarını öğretemiyorsa, tuttuğu nöbeti sorgulamak zorunda değil mi?
Bir fizik öğretmeni öğrencilerine sürtünme kuvvetini öğretip, ülkemiz içinde yaşanan sürtüşmelerin, sağ sol kavgalarının, Alevî-Sünnî tartışmalarının, Kürt-Türk ayırımının, kısacası, kısır ideolojik tartışmaların sosyal yapımızı nasıl tahrip ettiğini anlatmıyorsa, nöbetinde uyumuş bir asker kadar suçlu değil mi?
İvme kurallarını ezberlettiğimiz kadar ahlâk ivmesini kaybetmenin sosyal yaralarımızı nasıl derinleştiğini de anlatmak zorunda değil miyiz öğrencilerimize?
İki hidrojen ve bir oksijenin (H2O) birleşmesinden suyun meydana geldiğini ezberletip, rüşvet ve adam kayırmanın devlet çarklarını ne hale getirdiğini öğrencilerimize anlatamıyorsak, neyin nöbetini tuttuğumuzu tekrar gözden geçirmek zorundayız.
Hücreler arasındaki savaşta mikropların nasıl yok edildiğini öğretip, insanlığın geleceğini karartan, sosyal bünyemizi tahrip eden mikroplarla (içki, kumar, fuhuş, eroin) nasıl mücadele edeceğimizi de öğrencilerimize anlatmak zorunda değil miyiz?
“İnsan bir ağacın yanından geçerken onun varlığına nasıl hayran olmaz, onun varlığından nasıl mutlu olmaz” diyen Dostoyevski’nin sözünü, öğrencilerinin yüreğine işleyemeyen bir resim öğretmeni, bir yaprak resmi çizdirerek sınırda nöbet tutmuş olur mu?
Spor yapmanın insanı daha sağlıklı hale getirdiğini, spor yapanları seyretmenin (futbol fanatizmi) insanın sadece zamanını öldürdüğünü öğrencilerine öğretemeyen bir beden eğitimi öğretmeni, öğrencilerine sağa-sola dönme kurallarını öğreterek meslekî nöbetini tutmuş olur mu?
Yaprakların hışırtısını, suyun şırıltısını, rüzgârın uğultu-sunu dinlemesini öğrencilerine öğretemeyen bir müzik öğret-meni, do-re-mi-fa diye başlayan notaları çocuklara ezberleterek Müzik dersi vermiş olur mu gerçekten?
Namaz surelerini öğrencilerine ezberletip, yalan ile imanın aynı kalpte duramayacağını öğrencilerine öğretemiyorsa bir din kültürü öğretmeni, nöbet yerini terk etmiş olmanın hesabını Allah’a verebilir mi?
“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” diyen Hz. Peygamberin ahlakını öğrencilerini aşılamadan, 32 farzı ezberletmek, nöbet tutmak anlamına gelir mi?
Askerine Peygamberinin ismini (Mehmetçik) veren “tek” millet olduğumuzu öğrencilerine öğretebilen bir din kültürü öğretmeni nöbetinin bilincine varmıştır.
Bu ülke, bunca sıkıntıya rağmen hala düşman işgaline uğramamışsa, sınırda ve sınıfta nöbetini tutan, tuttuğu nöbetin bilinciyle mesleğini icra edenler sayesindedir.
Allah sınırda ve sınıfta tuttuğu nöbetin bilincinde olanların sayısını artırsın.
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar