Yasal ile Helal Arasında

İsim babası diye bir tabir kullanılır ama isim annesi pek kullanılmaz. Ancak ben bunu kullanacağım. Bu kitabın isim annesi rahmetli Alev Alatlı’dır. Biraz siyaset gündemiyle ilgilenen herkes, kitabın ismini görünce, bu gerçeği hemen fark etmiştir. Alev Alatlı’nın “Yasaldır ama helal değildir” konuşmasını dinleyince çok etkilenmiş ve “keşke bu konuşma yapacak çapta ve cesarette hocalarımız olsaydı?” diye içimden geçirmiştim.

Türkiye’nin değişmeyen gündemlerinden birisidir yolsuzluklar. Liseyi bitirip üniversiteye hazırlandığımız 1990’lı yıllarda da yolsuzluklar gündemdeydi. Sosyal demokrat belediyelerin yolsuzlukları her akşam ana haber bültenlerinde konu ediniliyordu. Aradan çok uzun yıllar geçti. Bu sefer de dindar insanların yolsuzlukları konuşuluyor.

Atatürk Maskesinden Din Maskesine

İdeolojik olarak aynı bakış açısına sahip olmasam bile, Cumhuriyet tarihinin en cesur ve en iyi araştırmacı gazetecilerinden birisinin Uğur Mumcu olduğunu kabul ederim. 1993 yılından öldürülen Uğur Mumcu, Cumhuriyet tarihinin en cesur kalemlerinden birisiydi. Benim için kendisini değerli kılan şeylerden bir tanesi, kendi mahallesini eleştirmekten çekinmeyecek kadar omurgalı olmasıydı. 1990’lı yıllarda yapılan yolsuzlukları anlatırken “Bu ülkede banka soyarken kar maskesi, ülke soyarken Atatürk maskesi takılır” sözünü kullanmıştı. Atatürkçü olmasıyla bilinen Uğur Mumcu’nun bunu dillendirmesi önemlidir.

Uğur Mumcu öldürüldüğünde ben İmam Hatip Lisesi son sınıf öğrencisiydim. Uğur Mumcu’nun adını bile bilmiyordum. Bu yazıyı 2023 yılında, yani Uğur Mumcu öldükten tam otuz yıl sonra yazıyorum. Yirmi yıldan fazla bir süredir Türkiye’nin yönetimi, benim gibi İmam Hatip Lisesi mezunlarının elindedir. Uğur Mumcu’nun eleştirdiği solcular çok uzun süredir yönetim kadrolarında değiller. Ama değişen fazla bir şey olmadı. Dün “Atatürk” maskesi ile yapılanlar bugün “Din” maskesi ile yapılıyor. Maskelerin değişmesi soygun ve yolsuzlukları azaltmadı. Demek ki sorun maskelerde değilmiş. Sistem değişmedikten sonra soygun bitmeyecek, sadece soygun yapanlar değişecek. Maskelerin değil sistemin değişmesi gerektiğini anlamak zorundayız.

Mahalle Taassubu

“Mahalle baskısı” tabirini aklımıza yerleştiren Prof. Dr. Şerif Mardin oldu. İçinde doğup büyüdüğü ideolojik mahallesinin baskılarından korkarak susan insanları anlatmak için kullanmıştı “mahalle baskısı” benzetmesini. Sağ veya sol fark etmeden her ideolojik mahallenin problemidir bu. Herkes karşı mahallelerin problemlerini, pisliklerini ve hatalarını konuşmayı seviyor. Aynı problemler, pislikler ve hatalar kendi mahallesinde fazlasıyla olduğu halde, onları görmek istemiyor. Görmüyorlar demiyorum, görmek istemiyorlar diyorum. Çünkü karşı mahalleyi eleştirince alkış alan insanlar, kendi mahallelerini eleştirince yuhalanıyorlar. Mahallesinde dayak yemeyi göze alacak kadar delikanlı olanlar, mahalleden dışlanıyorlar. Mahalle dışına çıkmasalar bile, kendi mahallesinde yalnız kalmak zorunda kalıyorlar. Mahallenin pisliklerinin, kokuşmuş taraflarının farkında olan insan sayısı çok olmakla beraber, bedel ödemek isteyenlerin sayısı hep az oluyor.

Mahalle baskısından korkanların zihninde, mahalle taassubu oluşuyor. Bir görüşe gereğinden fazla bağlanmak, şiddetle savunmak, taassup olarak açıklanmaktadır. Fanatik fikirleri, düşünceleri tehlikeli olabilecek kadar şiddetli savunmak taassuptur. Taassuba dönüşen mahalle baskısı, mahalleye hakim oluyor. Bu taassuptan en çok mahallenin zenginleri ve kabadayıları faydalanıyor. Parası olan zenginler, bilek gücü olan kabadayılarla birlikte olup mahalleyi yönetiyorlar. Mahallenin garibanları kullanıldıklarını bile anlamıyorlar.

Ben bu kitapta, içinde doğup büyüğüm mahallemi eleştirdim. Mahallemde dışlanmak, eleştirilmek, yalnızlaştırılmak gibi bir korkum yok. Mahallemde gerçeğin farkında olan insan sayısının çok olduğunu da biliyorum. Üzüldüğüm tek şey, mahallenin kokuşmasından rahatsız oldukları halde susuyor olmalarıdır. Özellikle sosyal medyanın hakim olduğu bir dönemde, mahalle baskısının ne kadar etkili ve zararlı olduğunu daha iyi anlıyor insan. Bir çay bahçesinde oturup dertleştiğiniz insanların, çay muhabbetinde söyledikleri ile sosyal medya mecralarında paylaştıkları arasındaki büyük uçurumu görmek daha kolay oldu sosyal medya sayesinde. Baş başa muhabbet ederken söyledikleri ile sosyal medya mecralarında paylaştıkları arasındaki uçurumun sebebi, yine mahalle baskısıdır.

Menfaat Mahallesi

Mahalle denilen şey bazen siyasi görüştür. Bir parti etrafında toplanmış insanların mahallesidir bu mahalle. Bazen bir cemaat veya tarikattır bu mahallenin adı. Bir vakıf veya dernek bile, her hatasına susulan mahalleye dönüşüyor kimilerinde. Mahallesinin hatalarına susan insanları birkaç kategoriye ayırabiliriz. Hiçbir şeyin farkında olmayan ve saf duygularla mahallesine bağlı olanlar var. Mahalleye alıştığı için başka türlü davranamayanlar var. Bunların yanı sıra mahallesinden menfaati olduğu için her pisliğe susan menfaatçiler var. Bu menfaatçiler şayet mahallede bir makam sahibi iseler, asla konuşmuyorlar. Konuşanlardan da uzaklaşıyorlar. Makamdan inince veya indirilince konuşmaya başlıyorlar ama etkisi olmadığı gibi daha çok tepki alıyorlar. Yanlışlara susmanın bedelini, söyledikleri gerçeklerin dinlenmez olmasıyla ödüyorlar. Alay konusu bile oluyorlar.

Koltuk ve Makam Zindanı

Bizim mahallede yetişmiş, bize okutulan kitaplar arasında büyümüş okuyucular, bu başlığı nereden ilham alarak yazdığımı hemen anlayacaktır. Ali Şeriati’nin kaleme aldığı “İnsanın Dört Zindanı” kitabından ilham alarak attım bu başlığı. Ali Şeriati dört zindandan bahsederken doğa, tarih, toplum ve insanın kendisini kasteder. Bugün aynı bakış açısıyla böyle bir kitap yazsaydı, yine bu dört zindandan mı bahsederdi, başka başlıklarda açar mıydı? Bana sorarsanız, aynı bakış açısıyla 2023 yılında bir kitap yazsaydı, zindan sayısı çok daha fazla olurdu. Türkiye’de yaşamış olsaydı, dindarların makam ve koltuk imtihanında yaptıklarını görseydi, benim attığım başlığı da kullanabilirdi. O kullanmasa bile ben kullanmak zorunda hissettim bu başlığı.

Makam koltuklarının bozduğu insanlara dair, 2010 yılından bu yana birçok yazı yazdım. Dostum Ramazan Bozkurt “Acıkınca putlarını yiyenlerden farkı yoktur, karnı doyunca değerlerini yiyenlerin” demişti.  Bu sözü biraz açmam gerekirse şunu da eklerdim: Putlarını yiyenler kendilerini doyururken, değerlerini yiyenler çevrelerindeki insanları o değerlerden uzaklaştırırlar. Makam imtihanını kaybeden insanların, hangi değerlerin kaybedilmesine etkileri olduğu üzerine düşünmek zorundayız. Topluma, özellikle dindar gençlere, nasıl zarar verdiklerinin farkında değil misiniz? Deist veya ateist olan dindar gençlerin sayısının çoğalmasının birçok sebebi var. Ancak en önemli sebeplerinden birisi de, dindar insanların yönettiği bir ülkede yapılan yolsuzluklara, dindarların susmasıdır.

1990’lı yıllarda toplumun önünde olan birçok hocanın, birçok âlimin dindar gençlerin gözünde değersizleşmesinin sebeplerinden birisi, bu suskunluklarıdır. 1990’lı yılların en itibarlı profesörleri olan birçok ilahiyatçının gençlerin gözünde zerre kadar değeri kalmadı. Eskiden onlara hayran olup kitaplarını okuyanlar bile, o hocalara artık değer vermiyorlar. Haksızlıklar, yolsuzluklar karşısında susmanın bedelini itibar kaybederek ödüyorlar. Keşke sadece kendileri itibar kaybediyor olsaydı? Maalesef değerlerimizde itibar kaybetti.

Helal Rüşvet

Rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma, kadrolaşma konusunda masum olan bir siyasi partinin olmadığını biliyorum. Dürüstlükle anılacak bir siyasi partimiz olmasa bile, birey olarak her partide dürüst olan insanlar var. Ben kendi mahallemi pisliklerden temizlemeye çalışıyorum.

Rüşvet alan herhangi bir memurdan mı daha çok tiksinirsiniz, rüşvet alan bir cami imamından mı daha çok tiksinirsiniz? Elbette rüşvet alan bir cami imamı, midenizi daha çok bulandırır. Dindar insanların yaptığı hatalar tam olarak böyle algılanıyor. Bu gerçeği dindar insanların çocukları da biliyor. Paranın, şöhretin, makamın şehvetiyle sarhoş oldukları için bu gerçeği göremeseler bile, gelecek yıllarda bu konular daha çok konuşulmaya başlanacak.

Yasal olarak bunlara hesap sorulabilecek mi bilmiyorum. Çok umudum olmasa bile, mutlaka hesap sorulması gerektiğine inanıyorum. Daha çok üzüldüğüm şey ise, bu yolsuzluklarına kılıf hatta fetva bulmuş olmalarıdır. Yasalara uygun soygun yapmanın günah olmadığını sanıyorlar maalesef.

Yolsuzlukları önlemek için nasihat etmek yetmez. Ciddi yasal düzenlemeler ve bu düzenlemelerin sıkı bir takibi yapılmalı. Yasaların kâğıt üzerinde yolsuzluk yapmayı teşvik etmediğini ve yasal olarak cezaların var olduğunu biliyorum. Yolsuzlukları sıfıra indiremeyeceğimizi de biliyorum. Yolsuzluk yapanlara hesap sorulmalı ki, yeni yetişen nesiller ve bürokratların yolsuzluk yapmasını azaltmış olalım.

İyi Örnekler Yok mu?

Elbette çok iyi örneklerimiz de var. Bürokraside ve toplumumuzda alkışlanacak kadar dürüst insanlarımız da var. Her toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da hem iyiler hem kötüler var. Bütün amacım iyilerin sayısını çoğaltmaktır. İyilikleri sulamak, kötülükleri budamak için çabalıyorum.

Makam odasında içtiği ve ikram ettiği çay parasını bile, cebinden ödeyecek kadar hassas bürokrat tanıdıklarım var. Sayıları az olmakla beraber umutlu olmamızı sağlıyorlar. Makam odasında içtiği çayın parasını cebinden ödeyen bir belediye başkanı veya milli eğitim müdürüne, rüşvet teklif etmeye korkarlar. Kendi altında çalışan insanlar içerisinde art niyetli olanlar bu hassasiyetten etkilenir.

Bütün Türkiye’nin günlerce konuştuğu bir maden işçisi vardı. Maden faciasından sağ kurtulan maden işçisi ambulansa bindirilirken “Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin!” demişti. Devlet malını kirletmekten bile imtina eden bu hassasiyet, keşke bürokratlarımızda da olsa. Ambulans ihalesine fesat karıştıran okumuş, diplomalı, tarikat ehli bürokratlarımız olduğu gibi, “Ambulans kirlenmesin!” diyen işçimizde var. Tüm çabamız yolsuzluk yapan insanlara hesap sorulurken, ahlaklı insanların makam sahibi olması için çabalamak olmalı.

Hayırlı İşler!

Kitabın önemli bir kısmını vakıf ve dernek konusuna ayırdım. Diğer birçok konuyu, farklı bağlamlarda olsa bile, önceki kitaplarımda incelemiş ve fikirlerimi yazmıştım. Vakıf ve dernek konusunu, hiçbir kitabımda işlemedim şimdiye kadar. Eskiden fikir kulüpleri olan dindarların artık hayır kurumları var. Fikir üretemedikleri için mi hayır işlerine ağırlık verdiler, parayı, fikir ve bilgiden daha çok sevdikleri için mi? Hayırda yarışması gerekenler, hayır kurumunun başına geçmek veya yönetimine girmek için yarışmaya başladılar. “Hayır İşi” diye yola çıkılan işleri incelediğinizde, pek hayırlı sonuçları olmadığını göreceksiniz.

İyi okumalar…

 

Sait Çamlıca

Eğitimci-Yazar

Kaynak Kitap

Yasal ile Helal Arasında

Online Sipariş:
Bu yazının alıntılandığı kitabı aşağıdaki sitelerden satın alabilirsiniz.