“Bilim kötü anıları silecek ilaç bulmuş” haberi dikkatinizden kaçmamıştır. Amsterdam Üniversitesinde yapılan birçok deney sonrası, geçmişimizde yaşadığımız hüzünleri yok edecek bir ilacı bulmuş bilim adamları!
Konu hakkındaki düşüncelerime geçmeden önce, haberin ayrıntılarında dikkatimi çeken bir cümleyi paylaşmak istiyorum: ABD bu yöntemi özellikle Irak işgaline katılan ve ülkelerine psikolojik sorunlarla dönen askerlerde uygulamak istiyor.
Bu haberi ilk okuduğumda dudaklarımdan “zavallı batı medeniyeti” cümlesi döküldü. Gerçekten acınacak hâldeler. Ürettikleri medeniyet, yaşadıkları hayat, ellerindeki maddî imkânlar, mutlu edemiyor batıyı.
Mutluluk hapları pazarladılar yıllarca. İlaçla mutlu olamayınca, acıları yok edecek, unutturacak bir ilaç bulduklarını iddia etmeye başladılar. Bataklıkta çırpınan, çırpındıkça daha derinlere batan bir insan gibi davranıyorlar. Bu kafa ile devam ederlerse, dibe vurmaları yakındır.
Dünyada üretilen silahların, neredeyse tamamını batı üretiyor. Dünyada akıtılan kanın, çıkartılan savaşların neredeyse tamamını, ya bizzat kendileri veya uşakları vasıtasıyla çıkartıyorlar. Askerlerini öldürme makinesine dönüştürüyor. İnsan kanı emen vampirler ordusu kuruyor. Çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden kan döken, yüzlerce insana tecavüz eden, insan çığlıklarına rağmen vicdanı sızlamayan askerler yetiştiriyor. Fıtratta var olan vicdanları yüzünden psikolojileri bozulan askerlerini düzeltmek ve savaş anılarını unutturmak için yeni bir ilaç pazarlamaya çalışıyor.
Hastahane ve Şifahane
Şifahane kelimesi Batı medeniyetinin literatüründe var mı bilmiyorum? Varsa bile ben hiç duymadım. Şifahane bizim medeniyetimizin kullandığı bir kavramdır. Son zamanlarda okuduğum bir yazıdan zihnimde kalmıştı bu karşılaştırma. “Batı medeniyeti hasta-hane kurmayı öğretti insanlara, bizim medeniyetimiz şifa-hane kuran bir medeniyettir.”
Herkes aradığını buluyor. Hasta arayan hastalık bulur, bulamazsa hastalık üretir. Doğu medeniyeti, şifa aradığı için şifa bulmuştur.
Ne Batı medeniyetinin ürettiği (bazen uydurduğu) hastalıklar yeterince araştırılıyor, ne de Doğu medeniyetinin ürettiği şifalar yeterince insanlığa sunulabiliyor. Doğal tedavi yöntemlerine yönelişin artması, bu arayışın bir sonucudur aslında.
Hüzün Öğretir!
Hüznü yok edecek bir ilacın varlığına inanmıyorum. Ancak böyle bir ilaç olsa bile, ben böyle bir ilacı asla kullanmam. Hüzün insanı üzer, insanı ağlatır, insanı yaralar. Bazı insanlar, hüzünlerinden dolayı değil, hüzünlerini kafaya taktıkları için toparlayamazlar. “Geviş getirmek” benzetmesiyle anlatılır bu durum. Yani dert ve hüzün insan hayatını mahvetmez, ama derdini dert etmek hasta eder insanı.
Aslına bakarsanız, tek dünyalı yaşamak için, elinden geleni yapan batı medeniyetinin problemi burada başlıyor. Dünyayı cennet yapmaya çalışmak, beyhude bir uğraştır.
Dünya, asla cennet olamayacak. Dünya imtihan yeridir. Ebedi hayatımızı yaşayacağımız yere geçiş güzergahıdır dünya. Ölümü ve öldükten sonraki hayatı unutmak, hatırlamamak için hüznü yok etme gayreti, sakinleştirici (!) ilaç sektörünü besledi.
Sakinleştirici ilaçlar bir nevi uyuşturucu gibi etki yapıyor insanda. Acı unutulmuyor, sadece uyutuluyor insan.
Sakinleştiricilerin çözüm olmadığını, olamayacağını anlayınca, hafızadan acı günleri silen ilaç ürettiklerini iddia etmeye başladılar. Onlara kalsa, geçici değil kalıcı çözümü buldular!
Elyafı Zorluklar Üretir
ABD’de yetişen sisal adındaki bitki hikayesi, zorlukların insana kazandırdıklarını göstermek açısından güzel bir örnektir. Sisal bitkisinin içinde yoğun olarak elyaf bulunur. Elyaf dokumada kullanılan çok değerli bir maddedir. Sisal bitkisi verimsiz, kurak, soğuk rüzgârlı ve aşırı sıcak yerlerde yetişen bir bitkidir.
Amerikalı bilim adamları sisal bitkisinden daha fazla ve kaliteli elyaf alabilmek için daha verimli ve sulak topraklara sisal ekerler. Sisalin ilk bakışta daha verimli, daha gösterişli büyüdüğünü gören bilim adamları, çok daha az maliyetle, çok daha fazla elyaf üretebileceklerini düşünerek sevinirler.
Ancak hasat zamanı geldiğinde o gösterişli sisal bitki yapraklarında elyaftan eser olmadığını görürler. Çok büyük kâr elde edeceklerini düşünen bilim adamları çok büyük bir hayal kırıklığı yaşarlar.
Neden başarısız olduklarını araştırmaya başlayan bilim adamları, hayatın olumsuz görünen düzeninin üretime katkısı ile karşılaşırlar. Sisal bitkisinin kötü toprakta, güneşle, rüzgarla, susuzlukla mücadele edebilmek için lifeleri / elyafı meydana getirdiğini tespit ederler.
Bitki bunca zorluklara karşı koyabilmek, dayanabilmek, hayatta kalabilmek, türünü devam ettirebilmek için, bedeninde ve yapraklarında lifleri, elyafı türetip üretmektedir. Değerleri olan elyaf, zorluklar ile mücadele edilince elde edilir.
Yaram Yârimdir!
Hüzün yok edilirse hayat nasıl olur? Her şey zıddıyla birlikte var olmuyor mu? Gece yoksa gündüz, acı olmazsa tatlı tarifi bile yapamazsınız. Mutluluk hüzünsüz nasıl anlaşılacak?
Dert, Allah’ı anmamıza vesile olduğu için, dünyanın bütün nimetlerinden çok daha kıymetlidir, der büyüklerimiz. Bunu batılı psikologlar nasıl anlayacak?
Dert ve hüzün, insana Allah’ı hatırlatır.
Dert ve hüzün, insanı kendine getirir.
Ben acılarımın silinmesine izin vermem. Çünkü acılar ilaç olur, kıymetini bilene. Benim de her insan gibi, birçok sıkıntım, hüznüm oldu. Birçok hatalar yaptım. Hayat yolcuğunun keskin virajlarında, kazalar yaptım. Bazı yol kazalarında, ömür boyu acısını çekeceğim yaralarım oldu. Ancak ben biliyorum ki, yaptığım birçok yol kazası, geriye kalan yolculuğumda daha dikkatli davranmama vesile oldu.
Yaralarım, bazen mürekkep oldu kalemime.
Yaralarım, bazen derman oldu dizlerime.
Yaralarım, bazen ışık oldu yollarıma.
Yaralarım, bazen söz oldu cümlelerime.
“İyi ki hatalar yaptım!” demiyorum. Ancak, yaptığım o hataları unutmayı asla istemem. “Doğru kararlarımı yanlış kararlarıma borçluyum” diyenler, yanlışlarını unutursa, daha büyük yanlışlar yaparlar.
Zavallı Batı medeniyeti! İnsanları mutlu etmenin yollarını bulamayınca, acıları yok eden ilaç bulduğunu iddia ediyor.
Bilen bilir, her şey zıddı ile kaimdir. Geceyi yok eden gündüzü de kaybeder. Hüzünleri silersen, hüznün öğretilerinden mahrum kalırsınız.
Hüznümüzle mutlu olmanın yollarını bilmeliyiz. “Yaram yârimdir” diyen gönül dostları, yaralarından ilaç yapmayı bilirler. Çünkü onlar, “Hüzün Peygamberine” ümmet olduklarını asla akıllarından çıkartmazlar.
Misafir olduğumuz yeri değil, ebedi kalacağımız yeri düşünmeliyiz. Misafir olduğumuz dünyada, hüzünler karşısındaki duruşumuzun, ebedi hayatta şeref madalyası olarak boynumuzda duracağını biliriz.
Hüznüme dokunmayın!
Çünkü beni hüzünlendiren yaralarım, yârimdir!
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar