“Benim ailem de zengin olsaydı! Benim de imkânlarım iyi olsaydı! Benim de elimden tutan olsaydı!”
Hayatta istediğimiz şeyleri elde edemeyince, suçlu bulma konusunda o kadar yetenekliyiz ki, etrafımızdaki herkesi her şeyi görüyoruz. Aynaya bakmak aklımıza gelmiyor. Boşuna dememişler “Göz kendini göremez.” diye.
Başımıza gelen olumsuzlukların sebebini, hep çevremizde aramayı severiz. Başarısız öğrenci; öğretmenlerini, sistemi, imkânlarını sorgular. Kendisi dışında herkes suçludur.
İş hayatında yaşanılan başarısızlıklar, aile hayatındaki sıkıntılar gibi her problemin sebebini dışarıda aramayı seviyoruz.
Engeller…
Hayat engellerle dolu bir yolculuktur. Kime ait olduğunu hatırlamıyorum ancak çok sevdiğim, çok anlamlı bulduğum bir söz var. “Yürüdüğünüz yolda hiçbir engel yoksa yanlış yoldasınız demektir.”
Engel olacak ki, gücümüz sınansın. Engel olacak ki, sabrımız sınansın. Engel olacak ki, kararlılığımız sınansın.
Engel olacak ki, engelle mücadele ederek gücümüz artsın.
Hep aynı yükü, aynı ağırlığı taşıyan bir insanın gücünü arttrması mümkün değildir. Her yıl yapılan spor müsabakaları, her yıl tekrar tekrar kırılan rekorlar bir sonraki yıl rekor kırmak isteyenlere bir engel oluşturmuyor, onlara güç kazandırıyor.
Engeller, kimi insanın kırılmasına sebep olur, kimilerinin de rekor kırmasını sağlar.
Hz. Yusuf’un Engelleri mi, Başarıları mı?
Kuyuya atılmasaydı Yusuf, Mısır’a ulaşabilir miydi?
Mısır’da köle pazarında satılmasaydı Yusuf, saraya girebilir miydi?
İftiraya uğramasaydı Yusuf, zindana girip yıllarca tefekkür edebilir miydi?
Zindana girmeseydi Yusuf, Mısır’a sultan olabilir miydi?
Peygamberler tarihi bize, hangi ortamda, hangi şartlarda, hangi ailede, hangi çevrede yaşarsak yaşayalım “İman, en büyük imkândır!” dedirtiyor.
Vazgeçmeyin! İbret Alın!
Hayatı boyunca içki, kumar, uyuşturucu, hırsızlık dolu bir yaşam içinde yaşayan adamın iki oğluyla yapılan bir röportajın hikâyesidir bu. Bir adam düşün, tüm hayatı gayri meşru yollarda yürüyerek geçmiş. Yemiş, içmiş, eğlenmiş. Daha rahat yaşamak için çalmış, çırpmış. Uyuşturucu batağına saplanınca daha çok çalmaya başlamış. Böyle bir hayat yaşayan insanların önünde iki seçenek vardır: Ya ölüm ya hapis… Bu adam müebbet hapse mahkûm olmuş.
Arkada bıraktığı ailesi ve iki oğlu varmış. Hikâyenin en can alıcı noktası, bu iki oğlunun hayatıdır. Oğullarından birisi babasının fotokopisi gibi yaşamış. Babasının ayak izlerini takip etmiş. Babasının yolundan yürürken kendini hapiste bulmuş. Babasıyla aynı cezaevinde komşu olmuş. Ancak aynı adamın diğer oğlu hem okul hayatında hem iş hayatında çok başarılı olmuş. İş hayatındaki başarısı çevresindeki herkes tarafından bilinen, herkes tarafından sevilen bu delikanlının bir komşusu, bir gazetede çalışıyormuş. Meslekte kendini göstermek, önemli ve ilginç haberler bulmak zorunda olduğunu bilen bayan gazeteci, ailesini ve çocukluğunu bildiği bu iki gençle röportaj yapmak istemiş. “Nasıl olur da aynı evde, aynı ortamda, aynı babanın yanında yetişen iki kardeşten birisi hayatını mahvederken, diğer kardeş bu kadar başarılı olur?” sorusunun cevabını haber yapmak için kolları sıvamış.
Önce cezaevinde yatan mahkûm kardeşle görüşmeye gitmiş. Kendini tanıtmış. Suça bulaşan gençlerle ilgili, ailenin etkisiyle ilgili bir yazı dizisi hazırladığını söylemiş.
“Sen buralara nasıl düştün?” sorusuna “Babamı görüyorsun! Benden daha ne beklersin ki!” cevabını alan genç gazeteci, birkaç soru daha sorduktan sonra, cezaevinden ayrılmış.
Bir şirketin genel müdürü olan diğer kardeşten randevu almış genç gazeteci. Önce kendini tanıtıp, niçin geldiğini anlatmış. “Ailenizi de yetişme sürecinizi de iyi biliyorum. Siz, içinde yetiştiğiniz şartlara rağmen, buralara nasıl yükseldiniz?” sorusuna aldığı cevap, genç gazetecinin hayatta aldığı en büyük ders olmuş.
Genel Müdür “Babamı görüyorsun! Benden daha ne beklersin ki!” demiş.
Röportajı bitiren genç gazeteci, haberi hazırlarken şu başlığı atmış.
Ya ibret alırsınız ya ibret olursunuz.
Tercih sizin!
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar