Hayat işte! İniş ve çıkışlarla dolu bir yolculuk…
Hayat işte! Acı ile mutluluk dolu bir duygu çorbası…
Hayat işte! Özlemek ile kavuşmak arasında geçen umut dalgası…
Hayat işte! Bazen içinizde bir şeyler yanar.
Adına özlem mi dersiniz hasret mi? Yanar işte…
Güvendiğiniz dağlara karlar yağar bazen. Arkadaş deyip arkanızı yasladıklarınız arkanızdan bıçaklar bazen. En çok arkanızda durması gerekenler bile anlamaz sizi bazen. Haykırmak isterken susmak zorunda kalırsınız bazen. “İyi ki varsın!” dedikleriniz bile yok olmaya başlar
İşte böylesi duygu karmaşası yaşadığınız, içinizde özlemin hasret duygusunun yandığı günlerde e-posta kutunuza bir yazı gelir ve sizi acı acı güldürür… Gülerken, acıyla gülmek böyle bir şey galiba…
“Sana ‘Nasılsın?’ diye sormayacağım!” başlıklı yazı da böyle bir günde düştü e-posta adresime. Sadece e-posta adresime mi? Yüreğime oturdu cümleler yumruk yumruk. “Sesli oku da dinleyelim!” deseler kelimeler boğazımda düğümlenir, boğazımdaki düğümler sustururdu ses tellerimi.
Sana “Nasılsın?” diye Sormayacağım.
Başkaları sorduğunda onlara ne kadar harika ne kadar muhteşem ne kadar olağanüstü olduğuna dair verecek onlarca cevabın var biliyorum. Bir kez daha aynı sözleri duyacağımı bildiğim için sormayacağım sana o soruyu.
Sormayacağım; çünkü hayatında yaşadığın bitmez tükenmez sorunları yüreğinin kanayışını, hayatının eksilişini, içinin daralışını, yaşama sevincinin tükenişini biliyorum.
Sormayacağım; çünkü, hayatında yakın geçmişe kadar, tüm çevrendekilerin gıpta ile baktığı birçok şey başarıp meyvelerini toplamak için çok çalıştığını, ancak bu topraklarda senin gibi insanların önüne ne derece devasa engeller dikildiğini ve senin bu engelleri aşabilme gücünün tükenme aşamasında olduğunu biliyorum.
Sormayacağım; çünkü, umduğun, istediğin hayatı bir türlü yakalayamayan ama yine de bulduğunla yetinmen gerektiğini hissettiren insanların alaycı tavırlarının seni nasıl kahrettiğini, nasıl yorduğunu biliyorum.
Sormayacağım; çünkü, bu topraklarda yeteneklerine göre değil kimin yanında durduğuna göre değer kazandığını bildiğini ve bunun sana acı verdiğini, dirensen de kendini artık buralara ait hissetmediğini biliyorum.
Sormayacağım; çünkü, geleceğe ait birçok beklentin olduğunu ve bunun için ölesiye çabalamana rağmen, sevdiğin ve en yakınım dediğin insanların hayata bakışını anlamamaktaki ısrarının seni çok üzdüğünü biliyorum.
Soracağım; çünkü, insanların özgürlüğün ne olduğunu bilmediği, bilenlere ise birkaç gömlek bol geldiği ve o özgürlüklerin sadece kendine ait bir hak olarak görülmelerinin sana acı verdiğini biliyorum.
Sormayacağım; çünkü, “Serde erkeklik var” diyemeyip, saklama-dan, gizlemeden, utanmadan ağlayabildiğini, “Ağlamak ne zamandan beri hak oldu, alındı, satıldı, verildi, lütfedildi?” diye isyan ettiğini biliyorum.
Sormayacağım; çünkü, bazen avazın çıktığı kadar bağırarak, bazense susarak, bazen sayfalar dolusu yazarak, bazen de ağız dolusu konuşarak sevdanı anlatmak istediğini ama yine de beceremediğini görüp hayata küstüğünü de biliyorum. Evet sana “Nasılsın?” diye sormayacağım.
Şimdi yıka elini, yüzünü, gülümse aynalara, kendine çeki düzen ver ve her zaman senden bekledikleri maskeyi tak yüzüne.
Gülümseyerek “Harikayım, nasıl iyi olmam ki” de yine.
“Acı acı güldüm ben bu yazıyı okurken. Hem içimi acıttı hem de ferahlattı yüreğimi.
İçinizi acıtmak için değil, yüreğinizi ferahlatmak için paylaştım bu yazıyı.
Paylaşırken yüreğim acımış olsa da…
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar