Meşhur bir ressam resim sergisini gezen insanların arasında dolanıyormuş. Ziyaretçilerden birisinin bir resmin önünde uzun süredir beklediğini fark etmiş. Önceleri pek ciddiye almasa da sonunda dayanamamış ve yanına gitmiş.
“Hayırdır beyefendi! Uzun süredir aynı resmin önünde duruyorsunuz. Bu resimleri ben yaptım. Acaba resmimde bir hata mı buldunuz?” diye sormuş.
Resmi inceleyen ziyaretçi; “Evet! Burada bir kapı resmi var. Ama ben bu kapının tokmağını göremedim. Böylesi güzel bir tablo da bu kadar güzel bir resimde tokmağı nasıl unutursunuz?” demiş.
Ressam, “Haklısınız! Burada bir kapı var ve bu kapının tokmağı yok. Ancak ben o tokmağı çizmeyi unutmadım! Bu kapı, insanın kalbine giden kapıyı temsil ediyor. İnsan kalbinin kapısının tokmağı olmaz. Çünkü o kapıdan, sadece kalbin sahibi izin verirse içeriye girebilirsiniz” deyince, ziyaretçi hayatının en güzel derslerinden birini almış olmanın mutluluğuyla, ressama hem teşekkür etmiş hem de başarısından dolayı tebrik etmiş.
Evet! İnsanın kalp kapısının tokmağı olmaz. Sahibi izin verirse içeri girebilirsiniz. En zor, en büyük ve en kalıcı fetihlerin kalplerin fethiyle olabileceğinin söylenmesinin en temel sebebi de bu gerçek olsa gerek.
Peygamberler Bile Önce Kalpleri Fethetti
Hz. Peygamberin (sav) hayatını hepimiz okuduk ya da dinledik. Hira mağarasında peygamberlik görevi verilmeden önce yaşadığı toplum içerisinde El-Emin (güvenilir) sıfatıyla tanınmış. Herkesin güvenini kazanmış kırk yaşına kadar. Daha sonra Peygamberlik görevi verilmiş. Allah peygamberine bile önce kalpleri fethettirmiş, sonra beyinlerine hitap ettirmiş. Çünkü insanın beynine giden yol kalbinden geçer. Kalpleri fethedemeyen kişi, Peygamber bile olsa, hayatları değiştiremez.
Sevilmeyen Ders Olur mu?
Hangi meslek grubunda olursak olalım, muhataplarımızın önce gönlünü fethetmek zorundayız. Özellikle öğretmenlik gibi, karşınızdaki insanlara bir şeyler öğretmek zorunda olduğunuz bir mesleğe sahipseniz, bu gerçeği mutlaka bilmek zorundasınız. Kalbine giremediğimiz öğrencinin beynine giremeyiz.
Hepimiz öğrenci olduk. Hepimiz okul sıralarında, tebeşir tozları arasında eğitim aldık. Hepimizin sevdiği dersler ve sevmediği dersler oldu. Hangi dersi niçin sevdiğini, hangi dersi niçin sevmediğini pek düşünmez insan öğrencilik yıllarında. Gerçekten sevilen ders ya da sevilmeyen ders var mıdır?
Bir ders niçin sevilir, ya da niçin sevilmez? Bu sorunun cevabı üzerinde düşünmek zorundayız. İşin aslına baktığımız zaman bambaşka bir gerçekle karşılaşırız. Sevilen ya da sevilmeyen ders yoktur aslında. Sevdiğimiz öğretmenin anlattığı ders veya sevmediğimiz öğretmenin anlattığı ders vardır. Ders sevilmez, dersi anlatan kişi sevilir. Dersten nefret edilmez! Dersi anlatan kişiye olan sevgisizliğimiz bizim ilgimizi yok eder!
Bu ülkenin geleceğini yetiştirmek gibi ağır bir sorumluluğu olan öğretmen arkadaşlarıma bir gerçeği hatırlatmak için kaleme aldım bu yazıyı. Bir öğretmen sınıfa girdiği zaman, öğrenciler onun gelişinden ve varlığından mutlu oluyorsalar o sınıfta eğitim daha verimli olur.
Öyleyse bir öğretmenin birinci ve en önemli görevi, öğrencilerinin kalbine girmeye çalışmaktır. Kalpleri fethedilmiş öğrencilerin beynine bilgi aktarmak çok daha kolay olacaktır.
Hangi dersi anlattığımızdan çok daha önemlidir bu gerçek. Bir arkadaşım lise yıllarında Beden Eğitimi dersinden nefret ettiğini söylemişti. Sebebini öğrenince hiç şaşırmadım. Öğrencilerine sürekli hakaret eden, onları aşağılayan, her fırsatta dayak atan bir öğretmenin verdiği dersi hiç kimse sevmez.
Öğretmen öğrencisinin kalbine bakmalı.
O kalpte kendi ismini de görebiliyorsa işi kolay demektir.
Çünkü, “insan” denilen varlığın başkenti kalbidir.
Başkentini fethettiğiniz bir ülkede, istediğiniz değişimi meydana getirebilirsiniz.
Öğrenciler siz kapısından içeri girince mi seviniyor yoksa kapısından dışarı çıkınca mı?
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar