Bir öğretmenin ağzından çıkan sözler kurşun gibi ok gibi etkilidir. Hedefinde tek bir kişi vardır. Öğrenci… Öğretmen, zihin ve gönül dünyasında biriktirdiği kurşunlarla ya öğrencinin geleceğini vurur ya da öğrencinin geleceğine dair ümitsizliklerini…
Bir öğretmenin, öğrencilerinin hayatını ne kadar değiştirebileceğini, kelimelerle anlatmak çok zor… Öğretmenin öğrencisinin hayatında açacağı ufuklar ne kadar büyük ise, yıkacağı ümitler de o kadar büyüktür. Hepimizin hayatında ufuk açan öğretmenlerimiz kadar, ümit kıran öğretmenlerimiz de olmuştur.
Ufuk Açan Kurşun!
Lise yıllarım genelde yaramazlıklarla geçti. Üç defa disiplin cezası aldım. Sınıfta kalmadan okulu nasıl bitirdiğim ise bambaşka bir “nasip” konusu. Son sınıfa geldiğimizde, yaramazlıklarımız da zirvedeydi. Tüm son sınıflarda olduğu gibi, bizde de okulun en büyükleri / kıdemlileri olmanın şımarıklığı ve rahatlığı vardı.
Okula yeni ve genç bir öğretmen gelmişti. Muzaffer EYİMAYA… Muzaffer Hoca bizim Dinler Tarihi ve Hitabet derslerimize giriyordu. Yıl içerisinde bizimle arkadaş oldu. Bizimle top oynar, çay içer, muhabbet ederdi. Birkaç akşam evinde çay içip bazı konuları da konuşmuştuk. Onun dersinde de yaramazlıklar yapardık bazen. Ancak bizi susturmak için öyle laflar sokardı ki bize, gülerdik rezil olan halimize. Bizimle güldükten sonra dersine devam ederdi. Biz de daha fazla yaramazlık yapmaya utanırdık.
Hitabet dersinde, herkesin sınıfa bir kitap özeti kadar da olsa ders anlatması gerekiyordu. İlk ders anlatma (hitabet) deneyimimi o sene yaşamıştım.
Sene sonu yaklaşmıştı. Yunus Emre haftasında bir tiyatro gösterisi düzenlemek istediğini söyledi. Sosyal etkinlikler genelde çalışkan ve efendi öğrencilerle yapıldığı için, ben ve yaramazlık yapan ekip arkadaşlarımdan hiç kimse el kaldırmadı.
Muzaffer hoca Yunus Emre rolünü, dayımın oğlu olan, adı da Yunus Emre olan sınıf arkadaşımıza verdi. Sonra, “Bu oyunda iki kişi rol alacak. Birisi Yunus Emre’yi canlandıracak, diğeri de Yunus Emre’yi yoldan çıkartmaya çalışan nefsini yani Şeytanı.” Bunları söyledikten sonra Muzaffer Hoca bana döndü. “Şeytan rolünü sen oynayacaksın Sait! Hani o gıcık ve sinir bozucu bir gülüşün var ya, tam o gülüşü istiyorum sahnede.”
O günlerde öğretmenleri kızdırmak ve arkadaşları güldürmek için, özellikle iğrenç bir kahkaha atıyordum. Muzaffer hocam da bu kahkahama birkaç kez şahit olmuştu. “Sahneye çıkarken bu kahkahan ile giriş yapacaksın ve birkaç kez aynı kahkahayı tekrar edeceksin” dedi.
Birkaç haftalık çalışmayla, Şeytan rolünü sahnede iyi sergileyince, yıl sonu gösterisinde de birkaç rol almıştım. Tabiî bu rollerimde hep kötü öğrenci, sarhoş adam gibi rollerdi.
Muzaffer hocamdan Hitabet dersinde edindiğim bilgiler, sene içindeki tiyatro gösteriyle birlikte sahneyi ve insanlara bir şeyler anlatmayı sevmiştim. Bugün Türkiye’nin her yerinde konferanslara geziyorsam, bunu Muzaffer hocamın bana verdiği özgüvene borçluyum
Liseyi okuduğum Tokat’ın Turhal ilçesinde ne zaman konferans versem, Muzaffer EYİMAYA Hocamı mutlaka şükranla anarım. Liseyi bitirdiğim 1993 yılından bugüne kadar hem hocamı hayırla andım hem dua ettim sürekli.
Ümit Vuran Kurşun!
Karabük Milli Eğitim ve Müftülük Konferansları için birkaç günlüğüne Karabük’e gitmiştim. Bir okulun velilerine konferans verdikten sonra Öğretmenevine geçtim. Günde üç veya dört konferans verdiğim için yorulmuştum. Okul müdürü ile birkaç arkadaş, yorgunluk çayı içmek için benimle geldiler. Öğretmenevinin kulisinde çay içerken, okul müdürü arkadaş, matematik öğretmeninin kendisini matematikten nasıl nefret ettirdiğini anlattı. Birçok hatıra dinlemiştim, ancak bu hatıradan çok etkilenmiştim. Emekliliği yaklaşmış olan Müdür arkadaş hatırasını anlattıktan sonra, kendisine bu hatırayı mutlaka yazacağımı da söyledim.
Olay liseye yeni başladığı yıl yaşanıyor.
“Ortaokul yıllarımda en iyi dersim matematik dersiydi. Matematik sorularını çözmekten büyük bir keyif alıyordum. Sadece sınıfta değil, okulda herkes benim matematik becerimi bilirdi. Yapı olarak sınıf arkadaşlarımdan çok daha iri ve yapılıydım. Liseye başladığımda, yeni hocalar yeni arkadaşlar arasında derslere başladık.
Liseye başladığımızda da sınıfın en iri yapılı öğrencisi bendim. Matematik hocası çok soğuk ve sert duruyordu. Ben yine aynı hevesle dersi dinleyip notlarımı alıyordum. Eve gidince ilk önce matematik notlarımı tekrar ediyordum. Yazılıların yaklaştığı hafta, matematik hocamız tahtaya uzunca bir soru yazdı. Sınıfa alaycı bir tavırla bakıp, “Bakalım bu soruyu çözebilen çıkacak mı?” dedi. Benden başka kimse el kaldırmadı. Ben hemen tahtaya çıktım. Soru uzun ve zor olmasına rağmen, soruyu hatasız çözdüm. Öğretmen tahtaya gelip soruyu iki kez kontrol etti.
Önce benim yüzüme alaycı bir şekilde baktı. Cüsseli olduğum için alay edercesine sınıfa dönerek “Bu soruyu bu öküz mü çözdü?” diye alay etti. Bütün sınıf kahkaha attı. Ben tebrik ve teşekkür beklerken rezil olmuştum. Hiç kimsenin çözemediği soruyu çözebilme becerimden hiç bahsetmeyen matematik öğretmeni beninle alay etmiş, beni bütün sınıfa rezil etmişti. Sırama oturduğumda, zorumdan ağlamamak için kendimi zor tuttum.
O akşam eve gider gitmez, matematik kitabını ve defterini paramparça edip çöpe attım. O sene dahil tüm lise hayatımda matematikten sınıf geçmekte çok zorlandım. Bugün emekliliğim yaklaştı halen matematikten nefret eden birisiyim.”
Bir tek cümlenin insan hayatında bu kadar etkili olma-sının sebebi, sadece cümlenin içeriği değildir. O cümlenin kimin ağzından çıktığı önemli. Öğretmenlerin ağzından çıkan cümleler, bir kurşun gibi vurmamalı öğrenciyi.
Umuda değil, ümitsizliğe kurşun atan öğretmenlerin sayısının çoğalması temennisiyle.
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar