“Gençlerin eğitim durumu arttıkça, dinle ilişkileri azalıyor” diye kendi aralarında dertleşen, açıktan söylemeseler bile bunun farkında olan ilahiyatçılar çoğaldı. Asıl sorulması gereken soruyu soramadıkları için burada takılıp kalıyorlar. “Eğitim durumu yükselen gençlerin uzaklaştığı din, hangi din?” diye sorulması gerekiyor. Akla, mantığa aykırı hurafelerin anlatıldığı din dilinden gençlerin uzaklaşıyor olmaları, üzücü bir olay değil, tam aksine sevindirici bir gelişmedir. Avrupa ülkelerinde de durum Türkiye gerçeğine yakındır. Onlarda da eğitim seviyesi yükseldikçe dindarlık seviye düşüyor.
Din dersi çoğaldığı halde dindarlık neden azaldı? Bu sorunun cevabını verirken, suçun büyük bir kısmını din dersi hocalarına veya imamlara atmak, haksızlık olur. Dindar insanların yönetimlerde olduğu dönemin olumsuz etkisi, sanılandan çok daha fazla olmuştur.
2012 yılında yeni bir eğitim sistemine geçilince, gençler din dersini seçsinler diye hem Bakanlık yetkilileri hem Sivil Toplum Kuruluşları yoğun çaba sarf etti. Ne kadar sonuç alındı bilmiyorum. Ancak 2002 yılından bu yana, Cumhuriyet tarihinin en yoğun din dersi verildiği dönemi yaşadığımız bir gerçek. Buna rağmen, dinin ve dindarlığın en çok tartışıldığı dönemi yaşıyoruz. Bu gerçeğin sebepleri üzerine bazı notlarımı paylaşayım.
İletişim Problemi
Din eğitiminde iletişim problemleri üzerine “Allah Çocuk Yakmaz” adıyla bir kitap yayınlamıştım 2010 yılında. O yıllarda bazı arkadaşlarım o kitapta yazdığım örneklerin eski olduğunu, artık bu tür problemlerin olmadığını iddia ettiler. Kendi yaptığım araştırma sonucunda gördüm ki, o kitapta yazdıklarım içerisinde eskisi kadar olmayan tek şey, fiziki şiddettir. Fiziki şiddet yani dayak olayının eskisi kadar olmamasının sebebi, eğitimcilerin iletişim konusunda çok gelişmiş olmaları değil, öğrenci ve veli şikayetlerinin yetkililer tarafından ciddiye alınmasıdır.
Bu yazıyı 2024 yılında yazıyorum. 2023 yılı sonlarında dinlediğim birkaç olay, din eğitiminde iletişim konusunda halen ciddi hatalar yaptığımızı gösteriyor. Bir İmam Hatip Lisesinde başı açık olan kız öğrencilere “İşte cehennem odunları gidiyor” diye bağıran bir ilahiyatçıyı anlatılar bana. Muhtemelen bir tarikat mensubu olan bu din dersi hocası, kimin cennete kimin cehenneme gideceğini bildiğini sanacak kadar cahil bir insan. Onlarca öğrenci arasında “Cehennem odunları” olarak yaftalanan o kız öğrencilerinin din derslerine bakış açısı nasıl olur sizce? Öğretmenlikte en temel kural şudur; Kalbine giremediğiniz öğrencinin beynine giremezsiniz. Sizi sevmeyen öğrenci anlattığınız dersleri de sevmez.
Özellikle yatılı olan erkek ve kız Kuran kurslarında uygulanan fiziki şiddet, öğrenciler tarafından gizlice kayıt altına alınmadığı sürece gündem bile olmuyor. Kuran okurken yanlış telaffuz ettiği için hocası tarafından saçları çekilen, kolu çimdiklenen, suratına şamar indirilen öğrenciler din dersini ne kadar severler? Psikolojik problemleri olan, evinde eşi veya çocuklarına söz geçiremeyen bazı din dersi hocaları, tüm enerji ve öfkelerini öğrencilerinden çıkartıyorlar.
Cehennem sesleri veya kabir azabı çekmeyle ilgili sesli ve görüntülü malzemeleri öğrencilerine izleten din dersi hocaları var. Daha on beş yaşına bile girmemiş olan çocuklara bunları izletip “Saçınızın teli görünürse aynı böyle azap çekeceksiniz. Kaçırdığınız her rekat namaz için böyle çığlık ata ata yanacaksınız” diyerek ders işleyen sözde hocalar var. Bu sahneleri okuduğu yatılı kursta izleyip, geceleri korkudan uyuyamayan birçok genç hikayesi dinledim.
Bu ara başlığı, arşivimde bulunan en sevdiğim örneklerden birisiyle bitireyim. Din dersi öğretmeni bir arkadaşım, üç yıl dersine girdiği ateist bir öğrencisini anlatmıştı. Ateist olan öğrencisi, mezun olduktan yıllar sonra öğretmenine telefonla ulaşmış. O ateist öğrenci şunları anlatmış:
Hocam ben halen ateistim. Sevdiğim nadir öğretmenlerden birisi olarak bende iz bıraktınız. Hatta dünyada sevdiğim tek din hocası sizsiniz. Hayatın koşturması içinde bunalımlı dönemlerim çok oldu. Aile hayatı, iş hayatı sıkıntıları yaşayıp bunaldığım dönemlerde, hep dua etme isteğim oldu. İnanmadığım bir yaratıcıya dua etmekte zorlanıyordum. En son şöyle bir çözüm buldum. ‘Din dersi öğretmenim Tahir İlker’in inandığı Allah’ım’ diye dua etmeye başlıyorum.
Sözde Dindarlık
Din dersi içerisinde öğrencilerine hasta ziyaretinin önemini anlatan kaç tane din dersi öğretmeni, öğrencisinin hasta annesi veya babasını ziyaret etmiştir? Hasta ziyaretinin sevap olduğunu anlattıktan sonra Hastane ziyareti projesi yapılmayan bir din eğitimi, ayet ve hadis ezberinden öteye geçemez.
Din dersinde “temizlik imandandır” hadisini çocuklara ezberleten bir öğretmen, yere eğilip yerdeki kâğıdı çöpe atmıyorsa veya ders pratiği kapsamında mıntıka temizliği yapmıyorsa, dersi ne kadar etkili olur?
İslam’da adaletin önemini çocuklara anlatırken, öğrencilerine adil davranmayan, İslam’da paylaşmanın öneminden çok sık bahsettiği halde hiçbir muhtaç insana yardım ettiğine şahit olunmayan bir din dersi ve öğretmeni, öğrencileri eğitmiş olur mu? Merhum Ali Şeriati’nin sözünü unutmayın: “Eğer bir din yetimi korumuyor, kimsesize sahip çıkmıyor, ezilenlerin sesi ve soluğu olmuyorsa yalandır ve afyondur”
Gençler Farkında ve Sorguluyor
Ezberlediklerini ezberletmek üzerine kurulmuş bir din dersi, öğrenciye bir şey katmaz. Soru soran öğrenciye “Dikkatimi dağıtıyorsun” diyen öğretmenler, öğrencinin derse olan dikkatini yok ediyorlar. Din derslerinde soru sorulmasına alışık olmayan din hocaları, buna alışmak zorundalar. Sorulara doyurucu cevaplar verebilmek için, kendilerini sürekli yenileyip geliştirmek zorundalar. İlk öğretmenlik yıllarımda, babası da öğretmen olan bir meslektaşım, babasının kendisine “Sınıfın en çalışkan öğrencisi sen olmalısın” dediğini anlatmıştı. Sınıfın en çalışkan öğrencisi olmayan bir din dersi hocası, çocukların soruları altında ezilir.
Din dersi sınavlarında sorulan sorular çocukları düşünmeye sevk etmiyorsa, dersten uzaklaşmalarına sebep olur. Cehennem kapılarının isimlerini, meleklerinin kaç tane kanadının olduğunu, Peygamberimizin sütannesinin adını sınavda soran bir din dersi öğretmeni, dinini de eğitimi de anlamamış demektir.
Peygamberimizin hayatı, dört halife dönemi, sahabenin hayatı ve İslam tarihi anlatırken, hep güzel örneklerle dolu olaylar anlatılır. Bizim öğrencilik yıllarımızda da bu böyleydi. Bizim nesil için okul ve öğretmen dışında bir bilgi kaynağı olmadığı için, bize anlatılan şeyleri sorgulama şansımız yoktu. Özellikle Asrı Saadet diye başlığı altında anlatılan şeyler, dört dörtlük insanların olduğu, herkesin birbirine hürmet ettiği, tüm toplumun huzur içinde yaşadığı bir dönem gibi anlatıldı. Okuma alışkanlığı olanlar dışında, Asrı Saadet diye bilinen dönemde yaşanan sıkıntı ve kavgaları bilen yoktu.
Asrı Saadet döneminde görev yapmış olan dört büyük halifeden üç tanesinin öldürülme hikayeleri bile, yüzeysel olarak anlatılıyordu. Biraz sorgulayanlara verilen en meşhur cevap “onların akıttığı kanlara biz elimizi ve dilimizi bulaştırmayalım” cevabıydı. İslam tarihi içerisinden, adeta cımbız ile çekilerek anlatılan “Alice Harikalar Diyarında” kıvamında sahabe hayatları anlatıldı hep.
Ellerinin altında bu kadar teknoloji olan gençler, Asrı Saadet merkezli anlatılanların doğru olmadığını çabuk öğreniyorlar. Sahabenin birbirleri aleyhinde söyledikleri ve yaptıkları, Hz. Osman’ın öldürülme şekli, Hz. Ali ve Hz. Ayşe arasındaki gerilim ve savaşlar, sahabe ve sahabe çocuklarının birbirlerini nasıl öldürdükleri gibi olumsuz örnekleri öğrenen gençlerin önemli bir kısmı şok yaşıyor. “Bu muydu bize yıllardır anlattığınız Asrı Saadet dönemi?” sorusunu çok erken yaşlarda soran bir nesil var karşımızda. Bu soruları soran gençleri bir kısmı dinden uzaklaşmaya kadar giderken, bazıları ise “Sahabe’nin de insan olduğu” gerçeğini kavrıyor. Sahabenin tamamının gökteki yıldızlar gibi olduğuna dair rivayetlerin uydurma olduğunu da anlamış oluyorlar. Onlar da tıpkı bizler gibi imtihanlardan geçmişler. Bazıları bu imtihanı kazanırken bazılarının nefislerine nasıl yenik düştüğünü anlıyorlar.
Sezaropapizm
Bu yazıyı yazarken okuduğum bir kitapta karşılaştım bu kavramla. Sezaropapizm, dünyevi iktidarın dinî iktidarı kontrol ederek her iki makamın da tek bir kişinin elinde birleşmesi fikrine dayanan yönetim tarzı olarak tarif ediliyor. İlk olarak Bizans İmparatorluğu’nda ortaya çıkan bu kavram sonraki yüzyıllarda VIII.Henry tarafından İngiltere’de, IV. İvan tarafındansa Rusya’da bilfiil uygulanmıştır. Kelime “kral” anlamına gelen sezar ve “dinî lider” anlamına gelen papa kelimelerinin birleşimiyle türetilmiştir.
Devlet baskısı ve kontrolünde dindar insan yetiştirme konusunda İran İslam Cumhuriyeti örneği çok taze bir örnektir. Türkiye’de din eğitimi çoğaldığı halde dindarlığın azalması tartışmalarının yapılması, benzer bir sürecin ülkemizde de yaşandığını gösteriyor. “Dindar Suretler Seküler Siretler” adıyla yayınladığı kitabında, Prof. Şaban Ali Düzgün konuyu şöyle anlatıyor: Devlet marifetiyle dinin uygulandığı veya devletin dini güdümüne aldığı sezaropapist yapılarda, ilk hasarı dinin aldığı tezi tarihte bir kez daha doğrulanmış görünmektedir.
Bakalım önümüzdeki yıllarda bu süreçten ders almış olarak mı çıkacağız, daha kötü mü olacağız? Ömrümüz yeterse, bu sorunun cevabını yaşayarak öğreneceğiz.