Bütün tarikatların ortak özellikleri olduğu gibi ortak hikayeleri vardır. Keramet olarak anlatılan en meşhur hikaye, Abdülkadir Geylani’nin ölü tavuğu diriltme hikayesidir. Hikayenin özeti şöyledir;
Bir kadın çocuğuyla beraber Hz. Şeyh Abdûlkadir Geylani’nin yanına gelir, çocuğunu teslim eder ve: “Bu benim çocuğum, terbiye etmeniz için size teslim ediyorum” der.
Gavs’ul A’zam, çocuğu halvete oturtur. Bir kaç gün sonra kadın çocuğunu görmek için gelir. Çocuğunu incelmiş, zayıflamış ve yanında arpa ekmeğini görünce, Gavs’ul A’zam’a gider, Hz. Şeyh’in tavuk yediğini görür ve şöyle der: “Ya Gavs! Siz tavuk eti yiyorsunuz, benim oğlum ise arpa ekmeği yiyor ve oğlum incelip zayıflamış.”
Hazreti Gavs konuşmaz, tavuğun kemiklerini toplar ve: “Çürümüş kemikleri dirilten Allah’u Teâla’nın izni ile kalk” der. Allah-u Teâla, tavuğu diriltir ve Hz. Pir kadına: “Maksadım oğlunun bu makama ulaşmasıdır. Oğlun bu mertebeye geldikten sonra hangi yemeği yerse yesin. O zaman zararı olmaz.”
Tasavvuf, bir seyr-u sülûk mektebidir. İnsan nefsiyle mücadele ederse öyle bir dereceye gelir ki, ölüleri diriltecek kerametler ona verilir. İşte bu yüzden Gavs-ı Geylanî az yemek, az içmek, az uyumak ile o genç müridi eğitime aldı ki; o da Allah-u Teâla’nın seçkin kullarından olsun.
Hikayenin özeti budur. Hikayenin mesajı çok açık değil mi? Çocuğunuzu bize emanet edin! Biz onu istediğimiz gibi kullanalım. Çocuğunuzu aç bile bıraksak bize itiraz etmeyin! Bu ve benzeri hikayelere inandırılan çocukları, istedikleri gibi kullanırlar. Bir insanı gönüllü köle yapmanın en sinsi yöntemlerinden birini kullanıyor tarikatlar. Kölelikten keyif alacak hale getiriyorlar insanları.
Çağın tüm ihtiyaçlarına cevap veren kitapların yazarı olarak pazarlanan, Fenni ilimlerle dini ilimleri mezcetmekten bahsettiği söylenen Said Nursi’de aynı hikayeyi kendi kitaplarında anlatır. Kendine has ağdalı ve süslü cümlelerle aynı hikayeyi anlattıktan sonra birde yorum yapar. İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir. (Said Nursi – Lem’alar, 19.Lem’a.)
Yıllarca Şeyh Nazım Kıbrıs’ı ve ekibi tarafından sömürülmüş bir gurbetçi, uyanıp kendine geldikten sonra yaptıklarına inanamadığını anlatmıştı. Evinin kirasını ödemeyip o parayı Şeyh kabul ettiği Nazım Kıbris’i ekibine verdiğini anlatmıştı. Doğalgaz faturasını ödemediği için soğukta oturmak zorunda kaldığı günleri anlatırken, kendisiyle alay eder gibi anlatıyordu.
Uyduran Uydurana!
Uydurma hikayeleri din gibi anlatmak kadar tehlikeli bir şey yoktur. Abdülkadir Geylani ile ilgili anlatılan uydurma hikayeleri inceleseniz, bunları yazan veya bunlara inanan insanların akıl hastanesinde yatması gerektiğine kanaat getirirsiniz.
Benim dikkat çekmek istediğim başka bir konu daha var. 1078 ile 1166 arasında yaşamış ve eserler yazmış bir insanı konuşuyoruz. Kendisiyle ilgili anlatılan şeyleri kendisi mi yazdı? Kendisinden sonra onun adına birileri pazarlama yapmış olamaz mı? Kitapları elden ele dolanırken ekleme ve çıkartmalar yapıldı mı? Kitaplar başka dillere çevrilirken, ana kaynaklarda verilen mesajlar olduğu gibi çevrildi mi?
Abdülkadir Geylani’yi övmek veya eleştirmek, korumak veya savunmak için sormuyorum bu soruları. Yaşadığımız yüzyılda, birçok bilginin aslına ulaşmak kolay olabilir. Yüzyıllar önce yazılmış olan kitaplar hakkında konuşurken, başka şeyleri de göz önünde bulundurmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Ortalıkta Abdülkadir Geylani adına dolanan hikayeleri gerçekten kendisi anlatmış ve kitaplarına yazmışsa, günahın büyüğü kendisine aittir. Yok, eğer kendi yazmamış fakat kendisini sevenler onun adına uydurmuşsa, sorumluluk ve günahın büyük bir kısmı bunları uyduranlara aittir.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Abdülkadir Geylani maddesinin bir bölümünde şöyle yazar;
Abdülkādir-i Geylânî hakkında Dürerü’l-cevâhir adlı bir eser yazan İbnü’l-Cevzî onu ciddi surette tenkit etmiş, İbn Kesîr de hakkında söylenenlerin çoğunun hayal mahsulü olduğunu, el-Ġunye ve Fütûu’l-ġayb’da mevzû hadisler bulunduğunu söylemiştir. Sem‘ânî’nin, “Konuşmasını dinledim, bir şey anlamadım” demesi, onun tasavvufî hayata yabancı olduğunu gösterir. İbn Receb, Kitâbü’eyl ʿalâ abaāti’l-anâbile’sinde Behcetü’l-esrâr ve benzeri menâkıbnâmelerin hurafe ve saçma sözlerle dolu olduğunu, bunların Abdülkādir’e ait olamayacağına dikkat çeker; Zehebî de bu görüşe katılır. İbnü’l-Arabî, Abdülkādir-i Geylânî’nin karşılaştığı kimseleri kokusundan tanıdığını, zira “ricâlü’r-revâih”ten olduğunu iddia eder ve onu Melâmetî sayar. Ancak İbnü’l-Arabî’ye göre kendisinden hiçbir keramet zuhur etmeyen Abdülkādir’in müridi Ebü’s-Suûd’un makamı, şeyhinin makamından daha üstündür. Zira şeyhi tasarrufta bulunduğu halde müridi, dilediği gibi tasarrufta bulunması için Hak Teâlâ’yı kendine vekil kılmıştır. Sühreverdî, şathiyelerinden söz ederek bunların sekr halinde söylenmiş sözler olduğuna dikkati çeker. Reşîd Rızâ da uydurma bir eser olan Ġavs̱iyye risâlesini hayranlarının ona nisbet ettiklerini, bilhassa Hintliler’in kendisine kutsiyet atfederek ona taparcasına saygı gösterdiklerini söyler.
Menâkıb kitapları Abdülkādir-i Geylânî’nin bin kadar eseri bulunduğunu kaydeder. Bugün ona nisbet edilen eserlerin sayısı elli civarındadır. Ancak bunların büyük bir kısmının ona ait olmadığı kesinlik kazanmıştır. Bazı eserlerinin çeşitli isimlerle tanınmış olması da sayının artmasına sebep olmuştur.
Her şeyden önemlisi, bu tür akla ve mantığa aykırı şeyleri dinleyen insanların uyarılması ve uyandırılmasıdır. Bu tür hikayeler dinlediğiniz zaman bunlara hemen inanmayın. İnanıp anlatan kişi, kim olursa olsun, aklınıza uymayan şeyleri sorgulayın. Kuran’dan başka kutsal metin olmadığı gerçeğini unutan herkes, bu ve benzeri tuzaklara düşebilir. Peygamberimiz, yol ve dava arkadaşları olan sahabeye bir şeyler anlattığı zaman “Bu sizin fikriniz mi vahiy mi geldi?” diye sorgularmışlar. Gelen vahiy ise daha iyi anlamak için sorular soran olurmuş. Peygamberimizin anlattıkları vahiy değil de kendi fikirleriyse, orada bulunan sahabe bazen itiraz eder ve kendi fikirlerini de söylermiş.
Ölü Tavuk Değilsiniz
Müslümanların çocuklarını tavuk gibi yolmak isteyenler, bu tavuk diriltme hikayesi ile başlıyorlar kandırmaya. Daha sonra anlatılan yüzlerce keramet palavrası bu hikayeden daha saçma örneklerle doludur. Bu hikayelere inanan çocuklar, yumurta verecek yani üretecek yaşlara geldiklerinde, tüm yumurtalarını şeyhlerine teslim ederek sevap kazandıklarına inanıyorlar. Allah insanı düşünen tek varlık olarak yaratmıştır.
Sizi, ölü bir tavuk gibi yolmaya çalışanların tuzağına düşmeyin.
Tavuk değilsiniz…