
Deprem, sel, maden faciası gibi felaketlerin işlenen günahlar yüzünden olduğuna inanan birçok insan var maalesef. Maalesef hoca olarak bilinen ve tanınan birçok hurafeci cahil bunu ısrarla anlatmaya devam ediyor.
Günah Şehirleri
Dünyada sadece günah işlemek için kurulan şehirler, sokaklar ve binalar var. İçki, kumar, fuhuş, eşcinsellik ve uyuşturucu gibi tüm günahları daha rahat işleyelim diye şehir, sokak veya bina kuran ülkeler var. Bunların en meşhuru Las Vegas’tır.
Las Vegas ilk kurulduğunda sadece Nevada’da bir demiryolu kasabasıydı. Kuruluşundan tam 5 yıl sonra, nüfus sayımında sadece 800 kişi çıkmıştı.1931 yılında kumarhanelerin ABD’de legal statü kazanmasının ardından, eski bir gangster olan Bugsy Siegel burayı bir kumarhane merkezi şeklinde tasarladı ve bunu hayata geçirdi. 1940’lardan sonra artan ilgi ile birlikte şehrin nüfusu ve ekonomisi bugüne kadar katlanarak artmıştır. ‘Las Vegas’da yaşananlar Las Vegas’ta kalır’ sözü, orada işlenen günahların dışarıda konuşulmaması gerektiğini vurgulamak için kullanılan bir cümledir.
Avrupa’nın birçok şehrinde günah sokakları ve binaları var. Kadın, içki, kumar, uyuşturucu ve eşcinsellik gibi günahları rahatça işleyebilmek için bir araya gelir insanlar. Şayet günahlar çoğalınca deprem gibi felaketler olmuş olsa, o şehir veya mahllelerin her hafta yeniden yıkılması her hafta yeni bir felaket ile uyanması gerekiyordu.
Ölümlerin daha çok veya az olmasının sebebi içki, zina ve kumar gibi günahlar değil, inşa edilen binaların depreme göre yapılıp yapılmamış olmasındandır. Binalar sağlam ypılmışsa, aynı şiddette deprem olan ateist bir ülkede ölüm daha az, binalar sağlam inşa edilmemişse, müslüman ülkede ölümler daha çok olur.
Bunları anlattığınız zaman, o insanlar Müslüman olmadığı için dünyada cezalandırılmıyorlar gibi komik ve Allah’ın adaletine iftira olan bir açıklama yapıyor tarikat kafalı hocalar. Sanki Allah Müslümanlara dünyada eziyet ediyormuş gibi konuşuyorlar. Kural aslında çok basittir. Bir ateist, bir eşcinsel, bir Hıristiyan ve bir Müslüman denize atladığında, içlerinde sadece yüzmeyi bilenler kurtulur. Aynı kural depremler için de geçerlidir. Kim kurallara uygun bina inşa ederse onun binası ayakta kalır, diğerleri yıkılır. Kurallara uygun bina yapan bir ateisttin binası ayakta kalırken, kurallara uymadan bina yapan Müslüman’ın yaptırdığı bina yıkılır. Bu Allah’ın kanunudur.
Bina Yıkan Günahlar!
Depremleri kocaman bir felakete dönüştüren günahlardan bahsedeceksek, ben size ölüm ve yıkımlara sebep olan asıl büyük günahları anlatayım. Mesela dere yatağına ev yapma ve yapılmasına izin verme günahımız yüzünden bu acıları yaşıyoruz. Devletin arazisine gece kondu yapma ve yapılmasına göz yumma günahımızdan vazgeçemiyoruz. Allah’ın doğa ayetlerine karşı ihmalkar davranma günahını işleyen herkes aynı acıları yaşamaya mahkumdur. Hak etmediğimiz makama talip olma ve emaneti ehline vermeme günahını işleyen hiçbir toplum iflah olmaz. Makamların ve paranın fani olduğunu, kefenin cebinin olmadığını unutmak, birçok felaketin kapısını açıyor.
Allah’ın hiçkimseye zulmetmeyeceğini unutmak çok büyük bir günahtır. İnşaatın demirinden çimentosundan çalma günahı işlenmişse, o bina ilk depremde yıkılır. İnşaatları denetleme sorumluluğu olanların işlerini ihmal etme ve hatalara göz yumma günahı felaketin kapısını aralar. Belediyelerin ve diğer yetkililerin rüşvet alma veya rüşvete göz yumma günahı, deprem sonrası felaket için dilekçe vermek gibidir. Millet olarak bu günahlara susma günahımızdan da bahsetmezsem, suçu sadece yetkililere atmış olurum.
Vatandaş Masum mu?
Büyükşehirlerde gecekondu mahalleleri bir zamanlar çok konuşulurdu. Gece kondu kelimesi bile işin aslına göstermek açısından önemlidir. Gecenin karanlığından istifade edip, hakkınız olmayan bir yere konmak tanımının özetidir gecekondu kelimesi. İstanbul’un birçok ilçesinde bir zamanlar gecekondular vardı. Anadolu’dan İstanbul’a çalışmaya gelen aile, hiçbir hakkı olmadığı halde devlet arazisine kendi evini yapıyor. Birkaç kişi yapınca o bölgede ev sayısı gittikçe çoğalıyor. Seçim zamanı yaklaşınca, belediye başkanlığına aday olanların çoğu o mahalleden oy alabilmek için ‘tapu’ sözü veriyor. O mahallenin yolları yapılıyor, su veriliyor, elektrik döşeniyor derken evlerin tapuları da veriliyor. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, özellikle belediye seçimine az bir zaman kala, o gecekondusunun üstüne bir kat daha yapıyır vatandaş. Bu katı yaparken yine kimseden izin almıyor.
Birinci kat için yaşanan süreç ikinci kat için yine tekrarlanıyor. Belediye başkanlığına aday olanlar o mahallelerden oy alabilmek için tapu sözü veriyor. Seçimden sonra kaçak evin üstüne atılan kaçak kat için de tapu veriliyor. Bu süreç böyle devam ediyor. Bazıları birkaç kat daha yükseltiyorlar gecekondularını.
İlçe büyümeye devam edince o gecekondu mahallelerinin değeri artıyor. Bu sefer araya büyük inşaat firmaları girerek kaçak yapılmış o iki kat karşılığında gecekondu sahibine dört daire vererek daha büyük ve lüks daireler yapıyor. Kentsel dönüşüm projeleri kapsamında devlet o gecekondu sahipleriyle pazarlık yapmak zorunda kalıyorlar. Devlet arazisi olan yere hakkı olmadığı halde gecekondu yapan vatandaş, 15 – 20 yıl sonra çok daha lüks 4 – 5 tane dairenin sahibi oluyor.
Bu çark içerisinde masum olan var mı?
Rüşvet Meselesi
Rüşvet alma ve verme meselesine dair birçok insanın gözünden kaçan bir detay var. Diyelim ki trafik kurallarını ihlal eden bir sürücüye polis memuru 1000 TL ceza yazacakken, kural ihlali yapan araç sahibi 100 TL rüşvet karşılığında ceza yazmasına engel oldu. Burada büyük rüşveti yiyen kim? Herkes böyle bir olayda 100 TL rüşvet yiyen polis memurunu konuşuyor ve suçluyor. Devletin kasasına 1000 TL para girmesi gerekirken, bu paranın 100 TL’si polis memurunun cebine giriyor. Geri kalan 900 TL kimin cebinde kalıyor? Tabi ki rüşveti verenin…