“Bu kadar kötülüğün hâkim olduğu bir dünyaya, yeni bir çocuk getirmeye hakkım yok. Zorluk içindeki bir çocuğa sahip çıkmayı tercih ederim.”
Yerli ve yabancı filmlerde defalarca şahit oldum bu cümleye. Çocuk sahibi olunmaması gereken bir dünyada ve zamanda yaşıyormuşuz gibi bir propaganda yapılıyor. Bunu yaparken de çok ince düşünceli, insanlığın geleceği için kendisinden fedakârlık yapan (!) bir insan modeli gösterilerek yapılıyor.
Bazen de bir tane çocuk yetiştirmeyi teşvik etme niyetiyle söyleniyor bu sözler. “Dünyaya ikinci bir çocuk getirmeye hakkım olmadığını düşünüyorum!” cümlesi sıkıştırılıyor konuşmalar arasında.
Yaşadığımız zaman diliminin sıkıntılı olduğunu herkes biliyor. Uzmanlar, önümüzdeki yıllarda daha fazla sıkıntılar yaşanacağını sık sık dile getiriyor. Bana sorarsanız, böyle bir dünyada çocuk sahibi olmak gerek. İnsanlığın gelecekte yaşama ihtimali olan felaketlere çare bulacak çocuklar yetiştirmek gerekir. Ümidini kaybedenler, “Böyle bir dünyaya çocuk getirmeye hakkım yok!” diyerek, kendi karamsarlıklarının arkasına saklanıyorlar. Her çocuk, yeni bir Dünya demektir. Her çocuk bir umuttur… Umut ise bir çocuk…
Umudun insanlık için önemini anlatan, sevdiğim bir hikâye dinlemiştim. Uydurma bir Hikâye de olsa, ümit verdiği için sevdiğim menkıbelerden birisidir.
Allah insanoğlunu yarattıktan sonra, Hz. Ademe bir sandık vermiş. “Bu sandığı sakın açmayın! İçinde insanlığın ihtiyacı olan her şey var. Ben size açın demeden açmayacaksınız.” diye de tembihlemiş. Yıllar sonra, Hz. Havva merak etmiş sandıkta ne var diye. Sandığı açmış. Sert esen bir rüzgâr ile içindeki kağıtların tamamı uçuşmaya başlamış. Sandığın açıldığını, kağıtların uçuştuğunu gören Hz. Âdem, koşarak sandığı kapatmayı başarmış. Sandıktaki kağıtların neredeyse tamamı, rüzgarla birlikte uçup gitmiş. Sadece bir tane kâğıt kalmış sandıkta. O gün bugündür insanlık, o kâğıtta yazılı olanla ayakta duruyormuş. O kâğıtta “umut” yazıyormuş.
Hikâye olduğunu bilsem de verdiği mesaj düşünmeye değer. Umuttur insana güç veren. Umuttur insana çalışma azmi veren. Ümidini kaybedenin kaybedecek neyi kalır ki?
Konferanslarımdan sonra bana, “Hocam bu insanlar seni dinleyip alkışlasalar bile, evlerine gidince çoğu bildiğini yapacak” diyen çok oldu. Ben de biliyorum birçoğunun bildiğini yapacağını. Ancak üç yüz kişilik bir salonda, üç kişinin hayatını bile değiştirmiş olsam emeğime değer. Ümidim olmasa, konuşmaya da yazmaya da mecalim kalmaz.
Özellikle gençlere, öğrencilere konferans verdiğim zaman daha çok ümitleniyorum. “Zamane gençliğinde iş yok!” diyenlere asla katılmıyorum. Kendi karamsarlığını, gözlüklerindeki çamuru gençlerin yüzünde sananlara söyleyecek bir şeyim yok. Her öğrenci konferansında, gençlerdeki enerjiyi, anlaşılma isteğini görüyorum.
Her doğan bebek, Yaradan’ın insandan ve insanlıktan vazgeçmediğinin işaretidir. Dünyaya yeni gelen her bebek, Ademoğlu’nun adam olma ihtimali olduğunun en büyük işaretidir. Yeni doğan bebeklerin gözlerinin içine bakıp ümitlenmeyen, dünyanın değişiminin insanla başlayıp insanla devam edeceğini anlamamış demektir.
Her çocukta hem faydalı hem de zararlı olma potan-siyeli vardır. Umut, çocuktan faydalı bir insan yetiştirme çabasına güç verir. İnsanlığın yaşadığı sıkıntıların sebebi de insandır, kurtuluşu da insandadır. Ümidini kaybedenler çözümü değil çözümsüzlüğü / sorunları konuşurlar.
Su; yılan da zehir, arı da bal için malzemedir. Akrep, suyla iğnesinin zehrini, koyunlar sütlerini beslerler. Ortalıkta yılanlar, akrepler çok diye su içmemek, ne kadar mantıklıysa, böylesi bir dünyaya çocuk getirmemekte o kadar mantıklı sayılır! Arı gibi bal üretecek nesiller yetiştiremeyenler, yılanların çokluğunu, havaya suya bağlarlar. Yılan çok diye su içmeyecek miyiz?
Çocuk, bir umuttur.
Umut, bir çocuktur. Bakılıp büyütülmesi gerekiyor.
Umudunuza, insanlığın umuduna sahip çıkın.
Sait Çamlıca
Eğitimci – Yazar