Rüyamda gördüm, mana aleminde söylendi, zuhuratta bildirildi, keşif ehlinin söylediğine göre gibi, delil gerektirmeyen yöntemlerle yol alıyor tarikatlar. Cahil kitleleri, delil gerektirmeyen palavralarla yönlendirmeyi başardıkları için, palavra atmanın ve uydurmanın sınırı da olmuyor. Ben bunları yazarken Türkiye’de üç tane büyük tarikatın iç savaşı vardı. İsmailağa, Menzil ve Süleymancıların iç savaşları, sosyal medya mecralarına yansımış, birbirlerine söylemedikleri söz kalmamıştı nerdeyse Bu post kavgasının sonu ne olur bilmiyorum. İnşallah birbirlerine düşüp, kendi hurafe bataklıklarında boğulurlar.
Tarikatların yöntemini kullanarak, bende gördüğüm bir Zuhuratı anlatayım. Zuhuratta görmek, keşif ehlinden haber almak, mana aleminden ses duymak gibi sözlerle başlayan cümlelere inanıyorsanız, benim yazdıklarıma da inanmak zorundasınız! Benim zuhuratım İsmailağa cemaatiyle ilgili oldu.
Bana da Göründü!
Traş olmaya gittiğim Berberin yanındaki çay ocağında çay içmeye gelen bir müşterinin dedesi zuhuratta Mahmut Efendi’yi görmüş. Şahitleri var! Ben traş olurken nefes nefese yanıma geldi.
Mahmut Efendi ona demiş ki: ‘Ben yıllar önce milleti uyarmaya karar vermiştim. Tasavvuf diye millete Hinduizm’i anlattığımızı fark ettim. Yakın arkadaşlarıma konuyu açtığımın ertesi günü hastalandım. Meğer en yakınıma bile adamlarını yerleştirmişler. O günden öldüğüm güne kadar bana hep ilaç verdiler. O ilaçlarla beni uyutup adımı kullandılar. Ben milleti uyaramadım. Ama sen bunu millete mutlaka anlat. Tasavvuf sandıkları şey aslında Hinduizm’dir.’
Bir komşumun tanıdığının yeğeninin lise arkadaşı da zuhuratta Mahmut Efendi’yi görmüş. Şahitleri var! Koşarak kapıma geldi. Bu olayı Müslümanlara duyurmak zorundayız dedi.
Mahmut Efendi ona demiş ki: ‘Sarıklı Cübbeli gezmeyi sevap gibi anlattım ben onlara yıllarca. Hata yapmışım ama o yıllarda fazla sıkıntı olmadı. Ama yakın gelecekte İran mollalarının başına gelenler onlarında başına gelebilir. Tedbirli olsunlar. Kafalarının üstünde sardıklarıyla değil, kafalarının içiyle ilgilensinler artık. Yoksa rezil rüsva olacaklar Dünya’ya.’
Bir arkadaşımın amcasının oğlunun gelinin kardeşi de Zuhuratta Mahmut Efendi’yi görmüş. Şahitleri var! O arkadaşım koşarak bana geldi. Bunu mutlaka yaz diye ısrar etti.
Mahmut Efendi demiş ki: ‘Benim soyadımı taşıyan akrabalarım kemiklerimi sızlatıyor. Hepsi dernek açmış. O derneklerle milleti sömürüp zenginleşme yarışına girmişler. Kene gibi Müslümanları sömürüyorlar. Onlara söyleyin o dernekleri kapatsınlar. Sağdan soldan bağış toplamak için yapmadıkları soytarılık kalmadı. O işler eskiden öyle yürütülebiliyordu ama artık yürümez. Bari benim soyadımı kullanmasınlar. Bir yere işe girip asgari ücretle de olsa çalışsınlar ki helal lokma geçsin boğazlarından’
Bu olayları not alıp yazıya dökmeye karar verince, kütüphanemde uyku bastı beni. Koltuğa uzandım. Tesadüfe bakın ki Mahmut Efendi Zuhuratta bana da göründü. Şahitlerim var!
Mahmut Efendi bana dedi ki: ‘Para ve şöhretten başka hiçbir şeye Rabıta yapmayan o Cübbeli soytarıyı susturun artık. Ben hayattayken sürekli adımı kullanarak yalanlar söyledi ve benim adımı sömürdü. O olmadan kalem oynamıyor demişim güya. Seni kıskanan çok demişim sözde. Bunları söyleyecek olsam kamera karşısında da söylerdim. Kitaplarımda da bahsederdim ondan. Ama ne ses kaydım var ne de kitaplarımda ondan bahsettim. O utanmaz ‘şahitleri var’ yalanıyla sürekli bunları söylemeye devam etti.
Ben öldüm ve mezara girdim ama o alçaklar halen benim adımı kullanıyor. Hayattayken adımı kullanmaları yetmemiş gibi ölü bedenimi de sömürmeye ve kullanmaya devam ediyorlar. Hayattayken yeterince adımı kullandınız bari mezarda beni rahat bırakın.’
Kan ter içinde uyandım.
Rüyanın etkisinden çıkınca güldüm sadece.
Rüya işte!
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar