Çocuğunuza Zehirli Yemek Yedirir misiniz?

 

Maalesef toplum olarak çocuk yetiştirmeyi, çocukların karnını doyurmak, kıyafetlerini almak, okul ihtiyaçlarını karşılamak zannediyoruz.

Maalesef anne-babalar çocuklarının hangi yemeği yiyip yemeyeceği ile ilgilendikleri kadar hangi filmi izleyip izlemeyecekleriyle ilgilenmez oldular.

Yemek çocuğunuzun sadece midesini kirletir. Çok ağır değilse yedikleri ya birkaç gün hasta yatar ya da midesi yıkanır.

Her gün zehirli filmlerle ruhu kirlenen çocukların ne hâle geldiğini görmek zorundayız.

“Zehirsiz film var mı ki?” diye düşünmeyin! Evet, maalesef zehirsiz film sayısı çok az.

Bence asıl sorunumuz, çocukları zehirlerden korumayı başaramamış olmak değil. Kendimizi bu zehirlerden koruyamıyoruz ki, çocukları nasıl koruyalım?

Kendini kurtaramayan başkasını kurtaramaz. Kendini koruyamayan başkasını koruyamaz.

Söylemesem İçimde “Köz” Olur…

Takip ettiği dizinin bir sonraki bölümünü kaçırmamak için aceleyle sofrayı toplayıp kumanda elinde televizyonun başına geçen annelerin çocuklarından şikayetçi olmaya hakkı var mı?

Tuttuğu futbol takımının tüm futbolcularını, yedekleriyle birlikte ezbere bildiği halde, oğlunun bir tane arkadaşını tanımayan babanın, oğlundan sürekli şikâyetçi olmaya hakkı var mı?

Vücudum bozulmasın diye çocuğunu emzirmeyen annelere (!) söyleyecek fazla bir şey bulamıyorum! Bedeninden bir parça olan, ciğerparem diye tanımladığımız öz evladını bile doyasıya bağrına basma duygusunu kaybetmiş birisine ne diyebilirsiniz ki? Bana bir tane “hayvan” gösterin “vücudum bozulmasın” diye evladını başkalarına teslim eden. Ben duymadım. Biliyorum, bu cümle biraz ağır oldu ama, içimden geldiği gibi yazmasam içimde “köz” olacak.

Kahvaltılık Bilgi

Bir devlet başkanının küçük bir hatırasını nakledeyim önce.

“Annem her sabah kahvaltıdan önce gazeteleri okur, önemli ve güzel haberleri panoya kesip asardı. Sonra gelip bizi kaldırırdı. Yüzümüzü yıkadıktan sonra panodaki yazıları okur sonra kahvaltı yapardık. Üniversiteyi bitirinceye kadar bu böyle devam etti.”

Anne sabah erken kalkıp önce gazeteleri okuyor. Kendini sürekli geliştiriyor. Sonra evlatlarına faydalı olacak bilgileri işaretliyor. O bilgileri gazetelerden kesip panoya yapıştırıyor. Ondan sonra da çocukların kahvaltısını hazırlayıp onları kaldırıyor.

Önce Beyinlerini Sonra Karınlarını Doyuruyor.

Zaman zaman yaptığı bir şey değil bu. Birkaç gün, birkaç hafta, birkaç ay ya da sadece birkaç yıl da değil. Okula başladıkları günden üniversiteyi bitirdikleri güne kadar devam ediyor anne bu “kahvaltılık bilgi” eğitimine.

Bu annenin oğullarından biri devlet başkanı oluyor yıllar sonra.

Önemli olan sizin kendi çocuklarınızı sabahları nasıl doyurduğunuzdur.

Kahvaltı sofranıza neler koyduğunuzdur.

Daha da önemlisi kendini doyurmadan başkalarını doyurmayacağımız gerçeğini anlamak zorundayız.

Kendisi okumayan başkasına okuma emrini verirken ne kadar etkili olur.

Kendini eğitmeyen başkasını eğitirken zorlanmaz mı?

Hani hep biz büyükler gençlerden ve çocuklardan şikayetçi oluruz ya! Adamın biri iş güç sahibi olamamış olan oğluna “Sultan Fatih senin yaşındayken İstanbul’u fethetti!” deyince, hazır cevap delikanlı “Fatihin babası senin yaşındayken devlet yönetiyordu!” demiş.

“Anne-babalar, çocuklarınızı televizyonun esaretinden kurtarın!” demiyorum. Önce kendinizi televizyonun esaretinden kurtarın!

“Anne-babalar, çocuklarınıza mutlaka okuma alış-kanlığı kazandırın!” demiyorum. Önce kendiniz okuma alışkanlığı edinmeye başlayın.

Anne-babalar, çocuklarınızı ellerinizle zehirlemeyin!

Ne bu dünyada ne de öteki dünyada bunun hesabını verebilirsiniz!

 

Sait Çamlıca

Eğitimci-Yazar

Kaynak Kitap

Çocuk Aile Medya ve Şiddet

Online Sipariş:
Bu yazının alıntılandığı kitabı aşağıdaki sitelerden satın alabilirsiniz.