FETÖ’nün Ruhu Hurafelerde Yaşıyor

Gülen Cemaati bugün için belki “öldü”, ama bilmeliyiz ki, ruhu “istikamet”ten çok “kerâmet”e meraklı diğer bütün cemaat ve dergâhlarda ve onların “Gassâl elinde meyyit” olmaya can atan müntesipleri arasında “kol geziyor”!.

6 Aralık 2023 tarihinde 67 yaşında vefat eden tarihçi Mustafa Çalık, eskilerin tabiriyle nevi şahsına münhasır bir insandı. Kendine özgü özellikleri olan, herkes gibi olmayan ve özgün özelliklere sahip kişiler için kullanılır “nevi şahsına münhasır” kelime grubu.

Eski ülkücü, Muhsin Yazıcıoğlu’nun yol arkadaşı, tarihçi gibi özellikleriyle bilinse bile, tartışma programlarında ki dobra tavrı, cevval üslubu, konularına hakimiyeti ile dikkat çeken birisiydi. Birçok derginin yayınlanmasında emeği olan, köşe yazılarında güncelden daha çok kalıcı yazılar yazan Mustafa Çalık, katıldığı her televizyon programında akılda kalacak ve dikkat çekecek şeyler söylemiştir. Ömrünün sonuna kadar okumaya, öğrenmeye ve öğretmeye devam etmiş olan Mustafa Çalık’ın internet arşivlerinde olan videolarını izlemeyi meraklısına tavsiye ederim.

Fethullahçı Terör Örgütü FETÖ’nün, 15 Temmuz 2016 tarihinde giriştiği darbe girişimi sonrasında yayın müdürü olduğu “Türkiye Günlüğü” dergisinde yazdığı bir yazıyı arşivime almıştım. Yazının tamamını buraya almayacağım. Sadece kendi has üslubuyla sıraladığı birkaç maddeyi yorumlayarak paylaşacağım sizinle. “15 Temmuz ve “İslâm’sız Müslümanlığın” öteki yüzü” başlığı ile yazılan yazının öne çıkan başlığı “FETÖ’nün Ruhu Yaşıyor” olmuştu.

FETÖ’nün Ruhu

Gülen Cemaati bugün için belki “öldü”, ama bilmeliyiz ki, ruhu “istikamet”ten çok “kerâmet”e meraklı diğer bütün cemaat ve dergâhlarda ve onların “Gassâl elinde meyyit” olmaya can atan müntesipleri arasında “kol geziyor”!.

“Gassal’ın önünde meyyit” olmak, tarikatların tamamında bazen açıktan bazen gizli kullanılan bir yöntemdir. Tarikatın başındaki lider veya liderin temsilcileri karşısında “ölü” gibi kendini teslim etmek gerektiğini anlatan bir sözdür bu. Ölüleri yıkamakla görevli olan Gassal karşısında ölen kişi ne kadar hareketsiz ve çaresizse, mürit olan kişilerde şeyhleri karşısında öylece teslim olmalı anlamında kullanılır.

Dürüstçe çalışıp, ter dökerek kazanıp haysiyetiyle alnı açık, başı dik gezmek, yürümek yerine, herhangi bir kanatlı hayvan gibi havalarda uçmanın hayaliyle eteğine yapışacak “ermiş” arayan bunca miskinin bulunduğu yerde, “the Cemaat” gider, “another Cemaat” gelir; Gülen gider, yerine başka bir soytarı “Mehdi”liğe soyunur!..

Cumhuriyet’in kuruluşuyla beraber Tekke ve Zaviyelerin kapatıldı. Kapatılmadan önceki yıllarda Miskinler Tekkesi olarak anılıyordular. Savaşa katılmak istemeyen, çalışıp yorulmaktan kaçınan tembel insanlar tekkelere sığınıyor ve ekmek elden su gölden bir hayat tercih ediyordular. Tarikatlar gençlere bunu halen sağlıyor. Sorular ağabeylerden yükselmek şeyhlerden düsturu ile çalışmaya devam ediyorlar. Bir yere atanabilmek için emek sarf etmek yerine, güçlü olan yapılara yakınlaşarak makama gelmeye çalışan insanların çokluğu, bu tür yapıların en büyük güçlenmesini sağlıyor. Polis veya memur olmak için FETÖ evlerine sohbete giden, FETÖ ekibinin gazete ve dergilerine abone olan insanlar çoktu. O insanlar belli bir müddet rahat etmiş olsalar bile, sonradan görevden atılarak veya cezaevine girerek bedel ödediler. Onursuzca yükselmektense onurluca sıkıntı çekmeyi tercih edenler az olunca, insanların onurlarını satın alarak onları kullanmak isteyenler bitmez.

Şeyhlerin âlimlerden daha itibarlı olduğu bir memlekette; okuyandan çok “zikir” çekenin, düşünüp soru sorandan çok “râbıta” edenin rağbet gördüğü bir cemiyette ne “Cemaat” biter, ne “Mehdî”nin arkası kesilir!

İslam ilme teşvik ederken, alimin mürekkebinin şehidin kanından daha üstün olduğu müjdelenirken, şeyhlerden alimlerden daha itibarlı olması, Müslümanların en önemli problemlerinden birisidir. İslam’da ruhban sınıfı olmadığı bilindiği halde her yerde şeyh kılıklı ruhbanlar çoğaldı. Müritlerine okumayı, düşünmeyi, üretmeyi, fikir çilesi çekmeyi değil, tespih çekmeyi anlatan cahil şeyhlerin çokluğu, mücadele edilmesi gereken en önemli problemimizdir.   

Kâşiflerin, mûcitlerin nasıl çalıştığını, nasıl yetiştiğini merak etmeyip de “aktâb” ve “agvâs”ın kendilerinden menkul kerâmet rivâyetlerini ezberlemekle mutmain olan Müslüman semtlerinde keşif de olmaz icat da; sonunda “zikirmatik”ler bile Çin’den gelir.

Tarih boyunca değişmeyen hakikatlerden birisi de bilgiye hakim olanın dünyaya hakim olduğu gerçeğidir. Yeni icatlar, keşifler yaparak zenginleşen toplumlar, bu keşifleriyle öne geçerler. Kütüphanede bilginin peşinde koşan insanlar, keramet palavralarıyla uyutulan insanları yönetir ve sömürür. Laboratuar ortamında sabahlayan bilim adamları, sabaha kadar zikir çeken insanları uyutmanın yeni yollarını bulurlar. Şeyhinin rüyasına göre karar veren bir insan, bilimsel araştırma sonuca karar veren insanı asla yenemez. Zuhurat ve rüya palavralarıyla uyutulan insanlar, Gazze’ye düşen bombaları boykot etmekten başka bir şey yapamazlar.

Cenab-ı Allah’ın en büyük nimeti olan aklı küçümseyen, “akıl’ı akıl ile iptal etmek” türünden hezeyanları dillerinden düşürmeyen bilgisiz demagogların “büyük üstâd” muamelesi gördükleri bir camiada daha nice “hoca efendi”lerin çıkacağını fehmedememek, sadece ahmaklık değil, aynı zamanda mesuliyetsizliktir!

Temeli akıl ve bilgi ile atılmamış bir binanın yıkılması için çok büyük bir depreme ihtiyaç yoktur. Hamaset dolu vaazlarla gençlerin duygularını okşayıp, aklı devre dışı bıraktıran insanlar, binanın temeline okunmuş su dökmenin yıkımı engelleyeceğine ikna etmekte zorlanmazlar.

Düşündüren değil ağlatan hocaların itibar gördüğü bir toplumun dilencisi de şeyhleri de bitmez. Sesini titreterek dilenen insanlar, utanarak dilenen insanlardan daha çok para topluyorlar. Aklı örten duygu insanı köle yapar.

Geçici Tedavi

Mustafa Çalık beyin yazısından bir kısmı yorumladım. Yazının sonunda, 15 Temmuz sonrası yapılanların bir kemoterapi olduğunu, fakat yeterli olmayacağını, yine kendine has bir üslup ile anlatıyor.

Kısacası, “tehlike” şimdilik geçmiştir, fakat bitmemiştir; zîrâ, tıbbî mecazlarla anlatırsak “hastalığın” mikrobunu dışarıdan almadık, bünyemizdeki zaafın eseri bu illet. “Bağışıklık sistemi”mizin zayıflığından ötürü toplumsal dokumuzun uykudaki “habîs” hücreleri harekete geçti, gittikçe daha büyük bir hızla çoğaldı ve bir an geldi ki, kontrolden çıktı; “15 Temmuz” budur! Bu arada “bağışıklık mekanizmaları”nı kendi elimizle çökerttiğimizi, “habîs” hücreleri sürekli “besleyerek”, “ne istedilerse vererek” kudurttuğumuzu da unutmayalım ki, uykudaki öbür “hücre”leri de “glikoz”la besleme gafletine bir daha düşmeyelim.

Şu an verilen mücâdele olsa olsa “radyoterapi” ve yahut “kemoterapi” hükmündedir ve aslâ kalıcı bir iyileşme sağlamaz; çünkü, hastalığın “netice”lerini yok etmeye dönüktür, “sebep”lerini ortadan kaldırmaya değil. “Bünye”mizin bağışıklık sistemini ciddî biçimde onarmak ve tahkim etmek zorundayız; aksi takdirde güçsüzlüğü sebebiyle şimdilik uysal, ama tabiaten habîs hücrelerin güçlenince uyanıp çıldırmalarına nasıl mâni olacağız? Bu “mesele” karşısındaki tavır ve bakış açımız, sâdece darbe ve kalkışmaları önleme yahut demokrasiyi koruma kaygısı ile de sınırlı kalamaz. Medeniyet iddiâmızın “ontolojik” temeli bu “mesele”nin hâlline bağlıdır.

Yazıyı bitirirken Mustafa Çalık beyi rahmetle anıyorum.