Karne zamanı gelince öğrencilere üzülüyorum, anne- babalara kızıyorum. Öğrencilik yıllarında en nefret ettiğim soru, “Dersler nasıl?” diye başlayan sorulardı. Hangi akrabanızı ziyarete gitseniz aynı soruyla karşılaşıyorsunuz. Sanki dünyada en önemli şey yüksek notlarla dolu karneler almak.
Geçenlerde bir konferansımdan sonra iki veli randevu istedi benden. Müsait olduğum bir gün iş yerime geldiler. Oturup konuştuk. Uzun uzun çocuklarını kestiler bana. Derslerinin zayıf olmasından başlayarak tüm şikâyetlerini sıraladılar.
Hatta bir ara anne, “Bu çocuğu psikoloğa götürmeyi düşünüyorum.” dedi. Psikoloğa gitmeyi gerektirecek bir durum olmadığını düşündüğümü söyledim.
Anne konuşmasına devam ederken bir ara aynen şu cümleyi kullandı. “Ya hocam! Bizim alt katta bir komşu var. Onun kızı bu yıl Anadolu lisesini kazandı.
Benim kızım kazanamadı. Eve girip çıkarken o komşuyla karşılaştıkça sinirimden kuduruyorum!”
Anne bu cümleyi kurunca ben gerçek sorunu anlamıştım. Annenin sinirlenmesini de göze alarak, “Abla sen kızını psikoloğa götürme. Ama kendin mutlaka git!” dedim.
Anne önce kızdı. Ben öfkeme hâkim oldum ve durumu izah etmeye çalıştım. Çocuklarını başka çocuklarla kıyaslamaması gerektiğini uzun uzun anlatmaya çalıştım.
Karnesinde zayıfları yüzünden çocuklarını dışlayan, başka çocukların başarısıyla kendi çocuklarının başarısızlığını sürekli kıyaslayan bütün anne-babalara sesleniyorum: Çocuklarınızı değil kendinizi psikoloğa götürün!
Karne günü hastalanan Mustafa, annesi mutfağa geçince, sınıf arkadaşına telefon açmış. “Öğretmenden karnemi alınca bizim evi mutlaka ara. Ailemi zayıflara hazırlamam gerek! Telefona annem çıkar genelde. Şayet karnemde bir tane zayıfım varsa anneme “Ebubekir’in Mustafa’ya selamı var!” dersin. Şayet iki tane zayıfım varsa “Ebubekir ve Ömer’in Mustafa’ya selamı var dersin. Beklemiyorum ama şayet üç tane zayıf gelirse “Ebubekir, Ömer ve Osman’ın Mustafa’ya selamı var dersin.” diye sıkı sıkı tembihlemiş.
Öğleden sonra evin telefonu çalınca Mustafa heyecanlanmaya başlamış. Karnesinde altı tane zayıfı olduğundan habersiz beklerken anne telefonu açmış. Telefondaki ses, “Yenge Mustafa’ya Ümmeti Muhammed’in sana selamı varmış.” dersiniz demiş.
Ben muzip öğrencileri çok severim. Aslında tüm öğrencilerimi severim de “muzip” olanlara ayrı bir sempatim var. Öğrencilik yıllarımda muziplik yapmayı sevdiğimden olsa gerek.
Böyle muzip bir öğrenci karnesini aldığı günün akşamında babasına karnesini uzatmış. Baba karneyi eline alıp incelemeye başlamış.
Türkçe: 1 Sosyal: 1 Matematik: 1 Fen Bilgisi: 1
Baba notları görünce iyice sinirlenmiş. “Yazıklar olsun sana verdiğim emeğe. Bu ne biçim karne?” gibi cümleleri sıralamaya başlamış. Hızını alamayıp tam oğluna bir tane vuracakmış ki çocuk, “Baba niye kızıyorsun ki? Bu karne senin karnen! Sandıktan çıkarttım. İstersen karşılaştır. Benim sadece bir tane zayıfım var!” demiş.
Çocuğunuzun getireceği karnedeki notlar sadece kendisinin notları değildir. Eğitim sisteminin, öğretmenin, anne babanın ve öğrencinin karnesidir bu. Karne ortak, suç ortak… Tüm fırçayı çocuğa atmaya hakkımız yok.
Karnesiyle eve gelen çocuğunuza kızmayın. Onu bağrınıza basın.
Hem de karneye hiç bakmadan yapın bunu.
Karneyi mi daha çok seviyorsunuz yoksa çocuklarınızı mı?
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar