Her yıl dünya kadınlar gününde, kadınlara yönelik fiziksel şiddet konuşuluyor. Elbette, kadına uygulanan şiddete herkes gibi ben de karşıyım. Sadece kadına değil, herhangi bir canlıya uygulanan şiddete de karşıyım.
Kadınlar günü vesilesiyle, kadın haklarından bahsedenler, annelikten hiç bahsetmiyorsalar, kadınlara en büyük zulmü yapıyorlar. Kadın hakkında konuşulurken, önce insan ve Kadın olarak değerlendirilmeli. Ancak en çok anneliği konuşulmalı. “Meclise giren Milletvekillerinin yarsısı kadın olsun, kadın erkek eşitliği sağlansın!” gibi sloganlar, başta kadınlar olmak üzere, birçok insanın kulağına hoş geliyor.
Annelik Neden Konuşulmuyor?
Çocukluğumda dinlediğim bir annelik hikayesinden çok etkilenmiştim. Çocuk olduğumuz için mi çok etkilendim, konusu anne olduğu için mi bilmiyorum.
Genç bir delikanlı bir kıza âşık olur. Genç kız delikanlıyla evlenmeye razı olur. Ancak bir şart öne sürer. “Anneni öldürüp kalbini bana getirirsen, seninle evlenmeye razı olurum!” diye şart koşar genç kız.
Delikanlı, kıza olan aşkından, diğer tüm duygularını kaybetmiştir. “Annem nasıl olsa yaşlandı. Yakında ölecek. O da benim mutluluğumu ister” düşüncesiyle, bir an önce aşkına kavuşmak için annesini öldürür. Annesinin kalbini söker. Elinde annesinin kalbiyle, sevgilisine müjde vermek için koşmaya başlar. Yolda ayağına bir taş takılır ve delikanlı acıyla yere düşer.
Elinde tuttuğu annesinin kalbi dile gelir; “Bir yerin acıdı mı yavrum!”
Anneliğin Gücü
17 Ağustos 1999 depreminde yaşanmış bir olay;
Deprem olup binalar yıkılınca, binaların altında kalan bir annenin yaptığı annelikten bahsedeceğim. Genç bir anne binanın altında kalır. Binanın en ağır yeri olan, ana direklerinden birisi sol kolunun üstüne düşmüştür. Karanlıkta hem korku hem de kolunun acısıyla inler genç anne. Bu esnada karanlıkta kendi yavrusunun sesini duyar. “Anne beni kurtar! Anne çok korkuyorum!” diye ağlayan evladına gidebilmek için, kolunu kurtarmaya ne kadar çabalasa da, bir türlü kolunu kurtaramaz. Evladının yalvarmaya devam etmesine dayana-mayan anne, yerde bulduğu bir cam parçasıyla, kolunu kesip kopartır ve sürünerek evladını kurtarmaya gider. Bunu dünyada sadece anneler yapabilir.
Korkak Tavuk
“Korkak” kelimesi “tavuk” kelimesiyle çok kullanılır. Kendi halinde yaşayan, yanına herhangi birisi yaklaştığında hemen kaçan bir canlı olduğu için tavuklar, korkak birisiyle “korkak tavuk” diye alay edilir. Ancak siz hiç etrafında civcivleri olan bir tavuğa yaklaşmayı denediniz mi? Etrafında civcivleri olan bir tavuğa ne bir kedi ne bir insan ne de bir tilki yaklaşabilir. Civcivlerini korumak için canını ortaya koyar tavuk. Bir tavuğa, tilkilere meydana okuyacak cesareti veren duygu, kadınlık duygusu değil, annelik duygusudur.
“Siz doğum sancısı çekmiyorsunuz ki! Sizin için konuşmak kolay” diye itiraz eden kadınlara cevap vermeye bile tenezzül etmem.
“Boşuna mı üniversite okuduk! Evde oturup çocuk büyütmeye niyetim olsaydı üniversite okumazdım!” diyen kadınlar, sadece cehaletlerini değil, zihinsel olarak nasıl sömürüldüklerini de ispat etmiş oluyorlar. Çalışan kadına karşı değilim. Ancak anneliği ihmal eden bir iş hayatının hem anneye hem çocuklara açtığı yarayı düşünmek zorunda olduğumuza dikkat çekmeye çalışıyorum.
Dört tane çocuğuna ömrünü vermiş, eli öpülesi bir anneyi, “ev hanımı” diyerek küçümseyenlere yazıklar olsun.
Alexis Carrel, İnsan denen meçhul kitabıyla, 1970 yılında Nobel Edebiyat ödülü aldı. İnsan ve toplumsal yozlaşamadan bahsettiği bölümde, “Medeni dünya kadına biçtiği rolü mutlaka gözden geçirmeli. Kadınları asıl görevleri olan anneliğe döndürmek zorundayız. Aksi takdirde bugün yaşadığımız problemlerden çok daha büyük problemler bekliyor bizi!” mealinde cümleler kuruyor. Bu sözlere herkes kulak vermeli. Özellikle anneler ve Kadın örgütleri…
Yıllarca iş hayatında çalışıp emekli olmuş bir anne, bana gönderdiği mektupta yaşadığı duyguları anlatmış. Çalışan birçok anne benzer psikolojik acıları hem kendisi yaşıyor hem çocuklarına yaşatıyor.
“Rabbimin yavrum için göğüslerimde ürettiği sütün, gömleğimi ıslattığı günler aklıma geldikçe, vicdan azabı çekiyorum. Sütümden mahrum bıraktığım yavrum, mamalarla beslendi. Anne sütü kadar faydalı hiçbir besin olmadığı için, mamalarla büyüyen yavrumun bünyesi çok çabuk hastalık kapar oldu. Çalışırken kazandığım paraların önemli bir kısmını yavrumun hastalıklarına harcamak zorunda kaldım. Yavrum şimdi kocaman bir kız oldu. Halen sık sık hastalanıyor. Onu ne zaman hasta görsem, vicdanım sızlıyor, gömleğimi ıslatan sütüm aklıma geliyor.”
Bu sözler üzerine düşünmek, kadına anneliğini geri vermek için neler yapılması gerektiği konusunda herkes kafa yormak zorunda. Annelerini kaybeden toplumlar çocuklarını, çocuklarını kaybeden toplumlar geleceklerini kaybediyor.
“Kadına anneliğini geri verin!” diye haykırmayan hiçbir kadın hareketi, ezilen kadın haklarını korumaktan bahsedip, annelikten bahsetmeyen hiçbir feminist hareketi bana samimi gelmiyor.
Tüm kadın örgütleri, mecliste daha çok yer almak için değil, kadına anneliğini geri vermek için yürüyüş yapmalı.
Sait Çamlıca
Eğitimci – Yazar