Yönetici Eğitiminin Önemi

Almanlar 1961 yılında başlayan işçi alımında, köyde çiftçilik yapan, çobanlık dışında bir mesleği olmayan insanımızı alıp, dünyanın en kaliteli arabalarının yapıldığı fabrikalarda işçi olarak çalıştırdılar. Gurbete işçi olarak gidip meslek sahibi olan insanların önemli bir kısmı köyden Avrupa’ya gitmiştir. Bu insanlar Mercedes, BMW, Porsche, Audi, Volkswagen gibi dev şirketlerin araçlarını yapan fabrikalarda çalıştılar.

Almanların başarı sırları anlatılırken genelde ‘disiplinli ve kuralcı’ bir toplum oldukları anlatılır. Doğru bir tespit olmakla beraber ‘yönetim becerilerini’ unutmamak gerekir. Yönetim bir sanattır. Sadece diploma ile yapılacak bir meslek değildir. Peygamberlerin ve başarılı liderlerin hayatlarına baktığınızda, hepsinin kitleleri yönetme ve yönlendirme becerisine sahip olduğunu göreceksiniz. Bir öğretmen arkadaşım “Peygamberimizin en büyük mucizesi, bedevi bir toplumu hem eğiterek hem yöneterek yeni bir medeniyet kurmuş olmasıdır” derdi.

Yöneticinin becerisi ve liderliği milletin ruhunu harekete geçirirse, imkânsız sanılan çok büyük başarılar elde edilir. Tarihimizde bunun çok güzel örnekleri vardır. İslam tarihinin ilk savaşı olan Bedir Savaşı’nda Müslümanların zafer kazanmasını sağlayan güç, liderin vizyon ve kararlılığı ile arkadaşlarının (Sahabe) ruhudur.

1571’de İnebahtı’da, Osmanlı donanması Haçlı donanması tarafından yakılmıştır.

Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa yeni bir donanma inşa edilmesi için devlet bürokrasisine talimat verir. Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa bu talimatı şaşkınlıkla karşılar. Bu kadar kısa sürede yeni bir donanma inşa etmenin zor olduğunu söyler. Bu sözleri işiten Sokullu Mehmet Paşa öfkelenir. “Paşa, Paşa! Sen bu Devlet-i Aliye’yi ve milleti henüz tanımamışsın. Bu devlet öyle bir devlettir ki, milletiyle birlikte bütün donanmanın direklerini altından, lengerlerini gümüşten, iplerini ibrişimden ve yelkenlerini atlastan yapar.” Beş buçuk ay sonra tam iki yüz elli gemi, bütün teçhizatı, silahları ve cephanesiyle harbe hazır olarak, Kılıç Ali Paşa’nın kumandasında, 12 Haziran 1572 Perşembe günü Akdeniz’e açıldı.

Çok uzağa gitmeye gerek yok. Kurtuluş savaşı yılları, Çanakkale zaferi gibi 20. yüzyıla damga vuran başarılarımızı bu gözle okuduğunuzda, devleti yönetenlerle milletin iş birliğinin nasıl büyük zaferlere kapı açtığını daha iyi göreceksiniz.

I. Abdülhamid döneminde yapılmış olan Hicaz Demiryolu Projesi “Devlet- Millet İş Birliği” adına kırılmış tarihî bir rekordur. Hem milletin desteği ile maliyetin düşüklüğü, hem bitirilme hızı, henüz başka bir ülke veya millet tarafından kırılamamış bir rekordur.

1974 yılında yapılan Kıbrıs Barış Harekatı’nda da milletimiz benzer büyük fedakârlıklar yapmıştır. Adapazarı’ndan Kıbrıs Barış Harekatı’na katılan askerler için kamyonlarla patates gönderen çiftçilerimiz oldu. Devletine bağlı olan milletimiz, yöneticilerini sevdiği ve onlara güvendiği zaman, aç kalmayı göze alır ama desteğini esirgemez.

Zeytin Dalı Harekâtı olarak tarihimize geçen Afrin Zaferi sürecinde yaşadıklarımız en taze örneğimizdir. Afrin’e doğru giden askerlerimize çay ikram edenler, askerlerimiz üşümesin diye kazak ve çorap örenler, askerin ihtiyacı için elindeki imkânları seferber edenler, hep milletimizin ruhunu gösteren önemli örneklerdir. Sendikalar, üniversite öğrencileri, dernekler ve iş adamları bir anda seferber oldu.

Biz Almanlar Gibi Olamayız!

Alman disiplini hep konuşulur. Son yüz yıl içerisinde iki büyük Dünya Savaşı yenilgisi almış olmalarına rağmen, yeniden ayağa kalkıp dünya ile yarışmayı başarmış bir millettir Almanlar. Bu başarıları elbette takdire şayandır. Ancak bu genlerinde olan bir özellik veya coğrafî koşullarının bir özelliği değildir. Bir ülkenin başarısı ne milletlerin karakteri ile ilgilidir ne de coğrafî koşulların, iklim şartlarının sonucudur. Aynı iklim şartlarına sahip oldukları, aynı ırkın devamı oldukları hâlde başarılı olamayan ülke örnekleri çoktur.

En çok bilinen iki örnek Almanya ve Kore’dir. 1989 yılında Berlin duvarı yıkılıncaya kadar Almanya Batı ve Doğu Almanya olarak ikiye ayrılmıştı. Batı Almanya dünya ekonomisinde ön sıralardayken, Doğu Almanya hep gerilerde kalmıştı. Coğrafî koşullar, iklim şartları, millet özellikleri aynı olmasına rağmen aralarında büyük farklar vardı. Kuzey ve Güney Kore örneği de birleşmeden önceki Almanya örneği ile aynıdır. Diktatörlükle yönetilen Kuzey Kore geri kalmış bir ülke iken, Güney Kore dünyanın en çok kullanılan markalarını üretip pazarlıyor.

Bu karşılaştırmalar bize, neredeyse hiçbir coğrafî farka sahip olmamakla birlikte, kurumları yöneten kişilerin becerisinin ülkeler arasındaki zenginlikte ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bazı ekonomistler ülke zenginliğini yer altı kaynaklarına veya jeopolitik konuma bağlamakla hata yapıyorlar. Bazı ülkeler ötekilerden çok daha zengindir. Bunun elbette bir tane sebebi yok. Bu önemli soruya basit cevaplar veya tek bir cevap vermek neredeyse imkânsızdır. Ancak ben en önemli etkenin yönetim becerisi olduğunu düşünüyorum.

Ortak Akıl / İş Birliği

Koskocaman bir camiyi tek başına hiç kimse inşa edemez. Bir otomobilin bütün parçaları, tek bir fabrikada üretilemez. Uçak, cep telefonu, bilgisayar veya herhangi başka bir ürün, birçok farklı insanın farklı mekânlarda ürettiklerinin birleşiminden oluşur. İnsanı diğer canlılardan üstün yapan şey birlikte çalışma ve üretme gücüdür. Dinimizin emri olan “istişare” kelimesini gençlere anlatırken, “Hiçbirimiz hepimiz kadar akıllı değiliz” diye anlatıyorum.

Unutmayın, tarih boyunca disiplinli ordular düzensiz kalabalıkları kolaylıkla ezmiş ve onları kontrol altına almıştır. Orduları zaferden zafere götüren disiplin, bireyleri de şirketleri de idealleri de başarıdan başarıya ulaştırır.

Başka Bir İnsan Kaynağı: Cezaevleri

İnsan ve zaman israf etmeye hakkımız yok. Mahkûmları özgürlükten mahrum bırakarak cezalandırma dönemi bitmek zorunda. Özellikle genç yaşta suç işleyip cezaevine düşen gençler için özel projeler geliştirilmeli. Hem maddî olarak devletin sırtından yük alınmış olur, hem de iyi organize edilirse devlete gelir kapısı olur. Daha önemlisi kaybedilmek üzere olan bir insanı yeniden kazanış oluruz.

On yıl cezaevlerinde mahkûm eğitimi yapmış biri olarak, cezaevlerinin mutlaka yeniden inşa ve ıslah edilmesi gerektiğini söylüyorum. Bir mahkûmun devlete maliyeti, asgarî ücretin yarısından fazla bir miktardır. Gelişmiş ülkelerde cezaevleri yatma yeri değil, üretme yeri olarak planlanıyor. Her mahkûm mutlaka çalışmak ve üretmek zorunda. Bu çalışma ile hem içeride ihtiyacı olan geliri elde ediyor, hem de ailesine destek veriyor.

Özellikle genç mahkûmları meslek sahibi yapma projeleri mutlaka geliştirilmeli. Birçok cezaevinde çok güzel meslek kursları var. Bazı mahkûmlar ilgi duymasa bile, o kurslar sayesinde hayatı değişen birçok mahkûm var.

 

Sait Çamlıca

Eğitimci-Yazar

Kaynak Kitap

Teknoloji Kuşatmasında Geleceğimiz

Online Sipariş:
Bu yazının alıntılandığı kitabı aşağıdaki sitelerden satın alabilirsiniz.