Her şey öğrencilerimin şikâyetleri yüzünden başladı. Öğretmenliğe başlayıncaya kadar “stres” kelimesi benim için pek bir şey ifade etmiyordu. “Can sıkıntısı, moral bozukluğu” gibi duyguları, herkes kadar, ben de hayatımda çok yaşadım. Adına “stres” dememiş olsam bile!
Sıkıntılar üst üste gelince bunalmak ya da efkârlanmak hayatın ve gençliğimizin bir parçasıydı. Sakinleştirici bir ilaç kullanmak bir tarafa, kullanan bir arkadaşımı bile hatırlamıyorum.
“Sınavlarda bildiğim her şeyi unutuyorum hocam!”
“Sınava girince gözlerim kararıyor hocam!”
“Sınavı kazanamasam ben ne yaparım hocam?”
Sadece öğrenciler değil. Anne-babalar da çocuklarının sınav stresinin stresini yaşıyordu.
“Stres” konulu ilk kitabımı öğrencilerime yardımcı olmak için okumak zorunda kaldım.
Avrupa ve Amerika’da insanların büyük bir kısmının “sakinleştirici ilaç” kullandığını da o zaman öğrendim.
“Yazık!” dedim. “Ne hâle gelmiş Batılılar. İlaçsız (hapsız) bir hayat bile yaşayamıyorlar. ”İlaç sektörü hakkında okuduklarım bu kitabın konusu değil.
Kısa bazı alıntılarım var sadece. Para için insanların beden sağlığını umursamayan bir sektörün, insanlığın ruh sağlığı için çalışacağına da inanmıyorum.
Sakinleştirici ilaç kullanan insanların bizim ülkemizde de her geçen gün arttığını öğrendiğim zaman şaşırmıştım. Ancak en büyük şaşkınlığımı “dindar” insanların da “hapçı” olmaya başladığını öğrendiğim zaman yaşadım.
Can sıkıntısını “hap” kullanarak gidermeye çalışan “dindar” insanın hapçılığını mı sorgulamalı, dindarlığını mı?
Yürüdüğü yolda ayağına diken batan insan, ya yolunu ya yolcuğunu veya dikkatsizliğini sorgular. Akıllı adam, ayağına batan dikeni, akrebin iğnesiyle çıkartmaya çalışmaz.
Rahmetli Onk. Dr. Haluk NURBAKİ Hoca’nın “Namazın Sırları” kitabından, “Gün gelecek doktorlar reçetelerine, huzurlu ve sağlıklı bir hayat yaşamak istiyorsanız, “Abdest alın, namaz kılın” yazmak zorunda kalacaklar” cümlesini okuyunca zihnimde çok farklı bir ışık yandı.
“Dinin direği” olan namaza, hiç bu pencereden bakmamıştım. Stres, hayat, iman üçgenindeki notlarımı harmanladım bu kitap çalışmamda.“Kitabı okuyanların imanı mı artar, stresi mi azalır?” gibi soruların cevapları bu kitabın konusu değil. Benim tek bir amacım var bu
çalışmamla: İman ile stresin yan yana yakışmadığını anlatmaya çalışmak.
Bu Kitap Niçin Yazıldı?
Bu kitap bir “iman” sorgulama kitabı değildir. İnançlı bir insanın stres karşısındaki tutumunu sorgulamak için yapılmış bir çalışmadır.
“İmtihan Dünyası” cümlesini defalarca kullandığı halde, ilaç kullanmadan duramayan insanların, hayata bakışlarındaki çelişkiyi anlatmak için kaleme alınmış bir kitaptır.
Hayat yolunda hepimiz sıkıntılar yaşarız. Tüm bu sıkıntıların; hayatın, imtihanın bir parçası olduğunu ne kadar çok unutursak, o kadar çok bunalımlar yaşıyoruz.
Hastalıklar hayatın, imtihanın bir parçasıdır.
Kanser, verem, ülser olmak; hayatın, imtihanın bir parçasıdır.
Bir kaza sonucu sakat kalmak da hayatın, imtihanın bir parçasıdır.
Evlat acısı; hayatın, imtihanın bir parçasıdır.
Fakirken zengin olmak; hayatın, imtihanın bir parçasıdır. Zenginken fakir düşmek de hayatın, imtihanın bir parçasıdır.
Ulaşmak istediğimiz hedeflere ulaşamamak da…
Bir sınava girip o sınavı kaybetmek de hayatın, imtihanın bir parçasıdır
Tüm bu ve benzeri sıkıntılara sabretmek “imanın bir parçası” değil midir? İmanımız stresli ise, hayatımız da stresli geçiyor.
Bu kitap yaşadığımız dönemin en önemli sorunlarından biri olan “stres” üzerine düşünülerek meydana gelmiş bir çalışmadır. Strese giren insan, imansız değildir elbette. Ancak, tutunduğumuz iman dalı bizi hayatın sıkıntılarından (stresten) çıkartamıyorsa, iman dalına ne kadar sağlam tutunduğumuzu sorgulamak zorundayız.
Hamdım, Yandım, Oldum…
Zorluklar insanı pişirir, olgunlaştırır. “Hamdım, yandım, oldum.” Der büyüklerimiz. Bu söz Yanmanın olmak için ne kadar önemli olduğunu anlatıyor.
Hayatımızın en büyük sıkıntıları, aslında, hayatımızın en büyük dersleri olmuyor mu? Arkadaşlık ve dostluk üzerine en büyük dersimizi “dost kazığı” ile karşılaşınca almıyor muyuz?
Depremden sonra yapılan binaların depremden önce yapılan binalardan çok daha sağlam olduğunu herkes bilir. Hayatın depremleri de, bizi kendimize getirmek için yaşadığımız sarsıntılardır. Ufak tefek sarsıntılar yüzünden bunalıma girip hayata küsen insanlar, deprem geçse de kendilerine gelemiyorlar.
“Size kaldıramayacağınız yükü yüklemem,” “Her sıkıntıda bir
kolaylık vardır.” diyen Allah’a dayanmayıp, ilaçlara sarılan insanlar, hayata ve dine bakışlarını mutlaka sorgulamak zorundadır.
Yusuf İslam… Cat Stevens..
“1975 de kardeşim Kudüs’ten bana bir Kur’an getirdi. Fatiha sûresini okuduktan sonra mesajın evrenselliğini anlamaya başladım. Daha önce karşıma çıkan hiçbir kitap gibi değildi. Kelimeler garip bir şekilde bana tanıdık geldi. Bir aidiyet duygusu içimden aktı. Okyanusu bulmuş bir ırmak gibiydim…” diyor. Bir kez evet sadece bir kez okuyarak bunları hissetmiş.
Günde kırk defa Fatiha okuyanlar hiçbir şey hissetmiyorsa, ortada ciddi bir problem var demektir. Yeryüzünde mutlu ve huzurlu yaşamak isteyen herkes, gökyüzüyle bağlantısını sağlam kurmak zorundadır. Gökyüzüyle bağlantısını sağlam kurmayanlara veya bağlantısını tamamen koparanlara yeryüzü dar gelir.
Gökyüzüyle ilişkisini kiliseye para ödeyerek kurmaya çalışan batılının hâli içler acısıdır.
Sait ÇAMLICA
Eğitimci – Yazar