Sivil Toplum Kuruluşları, Sendikalar ve Acı Gerçekler

 

Dost acı söyler. Dostça, acı acı sözler söyleyeceğim. ‘Kimse üzerine alınmasın’ demiyorum. Tam aksine yarası olan gocunsun diye yazıyorum bunları.

Sivil Toplum Kuruluşları ve Türkiye’de aktif olan birçok vakıf, dernek ve sendikalarımız, yeni şeyler söyleyemeyip gelecek vizyonu oluşturamayınca, piyasaya oynamak ve koltuklarını korumak için şov yapmaktan öteye geçemiyorlar artık.  

STK Basamak Olmamalı

Sivil Toplum Kuruluşları, toplum ile devlet arasında köprü görmesi gerekirken, devletten proje kapma ve yükselmek için basamak olarak kullanılan yapılara dönüştü. Bakanlıkların açmış olduğu projelerden pay almak elbette hakları. Ancak varlık sebepleri buymuş gibi davrananlara kim dur diyecek? Topluma hizmet etmek için kurulduğunu düşündüğümüz birçok STK yöneticisi, gücünü yükselmek için kullanıyor. Proje üretmek, gençlere faydalı olmak perdesi arkasında, işe adam yerleştirmenin veya siyaseten yükselmenin basamağı olarak kullanılıyor dernekler.

Genç bir delikanlının, doğup büyüdüğü şehirde vakıf, dernek ve STK’larla ilgili gözlemini dinlediğimde şaşırmamıştım. Çünkü benzer örnekleri birçok yerde dinlemiştim. Henüz üniversite öğrencisi olan delikanlı özetle şunları söylemişti;  ‘Hocam bizim ilimizde 200 civarı dernek, vakıf var. Sorsan hepsi STK olarak görünüyor. Ama bir yıl içinde bir tane bile ciddi program yapmazlar. Gençlerle ilgilenmezler. Toplumsal sorunları bırakın çözmeyi, sorunlardan haberleri bile yok çoğunun. Hiçbiri ortalıkta görünmezken, Cumhurbaşkanı veya yüksek bürokrasiden birileri gelince bir anda hepsi ortaya çıkar. Takım elbiselerini giymişler, yakalarına rozetlerini takmışlar, kameralara görünmek ve ilk fırsatta özçekim için yarış halindeler. O çekindikleri resimleri, tüm sosyal medya sayfalarında kullanarak kendilerini pazarlamaya çalışıyorlar. Gayri ahlaki meselelere hiç girmeyeceğim. Ben bizim camianın birkaç derneğinde görev yaptım, durumlarını görünce hepsinden uzaklaştım’  

Özçekim Paylaşma Yarışı

Sosyal medyayı aktif kullanmanın önemine inanırım. Ancak sosyal medyayı milleti kandırmak ve göz boyamak için kullanmanın bir anlamı yok. Takipçilerinizi kandırabilirsiniz ama Allah’ı kandıramazsınız…

Medya’da Suriyeliler gündem olunca, birkaç Suriyeli fakire yardım paketi verirken özçekip yapıp hemen Nargile Cafe’de bekleyen arkadaşlarının yanına gidenleri biliyorum. Siyasetçilerimiz de aynı hatayı yapıyorlar. Yaptıkları açılış programını, kurdele kesme törenini, plaket verme veya alma resimlerini sosyal medya hesaplarında paylaşınca, sosyal medyayı aktif ve faydalı kullandıklarını sanıyorlar.

Sol Sendikacılığın Kötü Taklidi

Maalesef sendikalarımızın çoğu sol sendikaların kötü taklidi olmak dışında başka bir şey yapamıyorlar. Sol sendikaların bildiği tek şey ‘emek, zam ve maaş artışı’ söylemi üzerine eylem yapmaktı. İslamcı veya sağcı sendikalarımızın yaptığı bundan farklı değil artık. Kötü taklit dememin sebebi, ‘dava’ diye yola çıkmış olan insanların taklit ederken düştükleri acınası durumları görmüş olmamdır. Davamız maaş artışı davası değildi bizim…

Sadece Maaş Değil Kalite de Artmalı

Sendikalarımız kendilerine bağlı olan personelin özlük hakları ve maaş artışlarıyla elbette ilgilenmeli. Sendikaların varlık sebeplerinden birisi budur. Buna kimsenin itirazı yok. Ancak ‘Müslüman olmak‘ gibi çok önemli bir hassasiyeti olan / olması gereken sendikalar, sivil toplum kuruluşları sadece dünyevi başarılarıyla övünürseler, sol sendikacılardan farkları kalmaz.

Öğretmenlerin daha rahat çalışıp daha iyi maaş almaları konusunda mücadele verirken, öğretmenin kalitesini arttırma ve işini daha iyi yapması için herhangi bir adım atılmıyorsa, sendikal duruşun ‘Müslümanlığı’ nerde kaldı diye sormak zorundayız.

İmamların maaşlarını ve özlük haklarını savunma konusunda elinden geleni yapan bir sendika yönetimi, mihrabın başında duran görevlinin işini daha iyi yapmasını sağlamak için projeler ve eğitimler düzenlemek zorundadır. ‘Maaşının artması için mücadele ederim ama mesleğini daha iyi yapması için bir şey yapamam’ demek caiz midir?      

İşçilerin haklarını savunmak için kurulmuş bir sendika, işini daha iyi yapmanın, iş ahlakının ve bireysel sorumluluğun önemin üyelerine anlatmıyorsa, sol sendikalardan tek farkı, sol yumruğunu havaya kaldırıp ‘iş, emek, hak’ diye slogan atmıyor olmasıdır.

İster öğretmen ister imam ister sağlık personeli ister işçi olsun. Çalışan kişi aldığı maaşın hakkını vermiyorsa, helal para yediğini iddia edemez. Sendika yöneticileri ‘yeter ki benim sendikamda ol, haksız bile olsan ben seni avukatlarımla kurtarırım’ mantığı ile çalışıyorsa, sendika yöneticilerinin aldığı maaş bile helal değildir.

Sendika ağaları diye bir tartışmayı sol sendikaların güçlü olduğu dönemlerde çok yaptık. Sendika ağaları, işçinin haklarını savunuyorum diyerek zenginleşen, makamın keyfini çıkartan adamlardı. Sağ sendika veya dindar sendikacı olunca, varsa şayet, ‘ağalık’ tartışmaları yapmayacak mıyız? 

Hani Emaneti Ehline Verecektik…

Emanet ve ehliyet meselesini halledemezsek, 50 yıl daha aynı sıkıntıları konuşmaya mecbur kalırız. Merkezi yerlerde görev yapacak kişileri seçerken ‘yağcılık’ dışında bir ölçüsü olmayanların, kalitesizlikten şikayet etmeye hakkı yoktur. Üyelerinin maaşları dışında bir derdiyle ilgilenmeyenler, doyumsuz insanların çoğalmasından şikayet etmesinler.  

Hani biz emaneti ehline verecektik?