“Şiddet haberleri”, hayatımızın bir parçası hâline geldi. “Şiddet” konulu bir kitap yazmaya niyetlendiğim zaman, gazete kupürlerini kesmeye başlamıştım. Birkaç gün sonra vazgeçtim gazete kupürleri toplamaktan. Çünkü, birkaç haftalık gazete haberlerinden rahatlıkla bir kitap yazılabileceğini fark ettim.
Doğuştan katil, doğuştan cani çocuk olmadığına göre, melek kadar tatlı ve masum olarak dünyaya gelen bir çocuk, nasıl, merhametsiz bir cani, acımasız bir katil haline geliyor?
Hayatının 18 yılını dağlarda geçiren, yakalandıktan sonra müebbet hapse mahkûm olmuş bir teröristin, cezaevinde yazdıklarını okuyunca, “Nasıl terörist olunur?” sorusunun cevabını da bulmuş oluyor insan.
İçinde yetiştiği aile ortamını ve çevreyi tanımlarken, “Bizim toplumumuzda erkek çocuğuna verilen önem, sanıldığı gibi, sadece neslin devamı için değildir. Kavga ve şiddete verilen önemin de bunda ciddi etkisi vardır.” diye anlatıyor çevresinin insana bakış açısını.
“Bir baba çocuğunu niçin döver?” sorusuna birçok cevap verebilirsiniz. Çocuğunu terbiye etmek, cezalandırmak, babanın sabırsız olması, ev dışındaki sıkıntılarını eve yansıtması gibi, birçok sebep sayılabilir.
“Çocuklar niçin dövülür?” sorusuna, ömür boyu hapse mahkûm olan eski bir teröristin yazdıkları perspektifinden bakalım.
Bu aile ortamında, erkek çocuk sadece suç işlediği için değil, “bağışıklık kazansın” diye dövülür. Erkek çocuğun kız kardeşini dövmesine, “deneyim kazansın” ya da “erkektir yapar” diye müsaade edilir. (…)
Geleceğin savaşçı erkeği sadece aile içi kavgalarla yetiştirilmez; bu, birinci aşama olarak görülür. İkinci aşamada, erkek çocuk komşunun çocuğunun üzerine saldırtırlar. Çocuk kavgaya sürülerek, kavgacı özellik kazanması ve deneyim edinmesi hedeflenir. Her ebeveyn, çocuğun girdiği kavgada üstün gelmesini sağlamak için elinden geleni yapar. Girdiği kavgada üstün gelen ve başkasını döven çocuğuyla övünür.
(…)
Şiddete yatkınlık böyle döllenir. Ebeveynlerinden mesajı alan çocuk, bütün enerjisini daha iyi bir kavgacı olmaya yoğunlaştırır. (…) Şiddetin her derdin devası olduğuna inandığı için, düşünce ekseni kavgacılık temelinde oluşur, hiçbir tahsilin öldüremeyeceği yola girer, hangi yüksekokul mezunu olursa olsun içindeki şiddet dürtüsü hep canlı ve güçlü kalır; bu kişilikte, kas sistemi harekete geçer, beyin gücü devre dışı kalır.
Bizim oralarda dayak kundakta başlar. Acıkan ya da altını kirleten çocuğun ağlaması dayakla durdurulmaya çalışılır. Emekleme sürecine giren çocuğun fazla kırıp dökmemesi için, yine dayak korkutma aracı olarak kullanılır. Ergenlik çağındaki çocuk yine dayakla terbiye edilir. Çocuk şaplakla sevilir, yumruk-tekmeyle cezalandırılır.
(…)
Çocuk kavgaları aile kavgalarına, aile-kabile kavgaları köy kavgalarına, köy kavgaları aşiret kavgalarına, aşiret kavgaları mezhep ya da millî kavgalara kartopu gibi büyüyerek gelişir. Birbirini tetikleyerek büyüyen bu kavgalar isyan ya da savaşa dönüşür.
Şiddet tutkusuna hayvanlar da alet edilir. Horoz, köpek, boğa, deve ve akla gelecek her hayvan kavgaya tutuşturulur ve zevkle izlenir.
Çocuğun şiddetle eğitilmesi ya da şiddete maruz kalması aile ve sokak ortamı ile sınırlı kalmaz. Okulda da yaramazlığın, kirliliğin, tembelliğin, devamsızlığın cezası dayak olur. Çocuğun her hatası, eksikliği dayakla cezalandırılır. Minik elleri sopayla, pembe yanakları silleyle, poposu tekmeyle tanışmayan çocuk kalmaz.
Bir süre sonra anne babanın yerini öğretmen alır. O da çocuğun iyiliği için (!) dayak atar. Böylece çocuk, dayağı eğitimin bir aracı ve parçası olarak algılar. Eğitimin başarısını dayağın dozuna bağlar. Elbette günü geldiğinde kendisi de döverek, söverek, iterek, kakarak yaşamaya çalışacaktır. Eğitim için dövüldüğüne inanan çocuk, büyüdüğü zaman barış için savaşa gitmekten çekinmez.
Öyle ya, eğitimin aracı dayaksa, neden barışın aracı savaş olmasın?
Lise ve üniversite çağına gelen genç, şiddet ortamını tetikleyen ideolojilerin yanı sıra, bir de saldırgan dürtüleri körükleyen alkol ve uyuşturucuyla tanışır. Artık mahalle çetesini yetersiz görür ve bir üst örgütlenme aşamasına geçme gereği duyar. Kimisi şiddet örgütü kurar, kimisi de bu örgütün tetikçisi olur. Nerede bir silahlanma örgütü varsa oraya kapağı atar.
Kimi zaman sağ-sol, kimi zaman Türk-Kürt kimi zaman dinci-laik, kimi zaman Alevî- Sünnî mücadelesi adı altında şiddet üretir. Sağcılığın, solculuğun, milliyetçiliğin, laikliğin, dinciliğin ne olduğunu bilmeden, şiddete başvurmanın getirisi ve götürüsünü hesaplamadan her türlü şiddetin aracı olur. Evde, sokakta, ilk ve ortaokul sıralarında edindiği kavga deneyimlerini yeni yöntem ve araçlarla zenginleştirip uygulamaya başlar. Taşlı, sopalı, tekmeli, silleli, bıçaklı kavga yöntemlerine, küçük ateşli silahların kullanımını da ekler. Yaralanmalarla yetinmez, öldürmeye başlar.
Öyle ya, artık erkek olmuştur; birkaç kelleye sahip olması gerekiyor. (!) Sözel şiddet artık silahlı şiddet boyutuna varmıştır.
Özetle; aile ortamında döllenen şiddet, küçük bir çocuk olarak bahçeye çıkar, ergenlik çağında mahallede, sokakta ve kampüste tamamlar, kışlada olgunluk çağına ulaşır ve en son dersini burada alır. Tüm bu evrelerden geçen şiddet, kişiliğin belirgin özelliğine dönüşür, kültürleşir.
Bu kişilik, şiddeti her türlü siyasal, ekonomik hedeflere ulaşmanın aracına dönüştürür. Böylece kışkırtılmaya yatkın bir kişilik şekillenir. “Ha” denildiğinde vuran, “vur” denildiğinde öldüren kişilik tamamlanır.
Başka bir terörist, çocukluğuna ait bir hatırasını anlatıyor:
“… o gün komşu çocuktan dayak yemiş, kafam kırılmıştı, ağlayarak eve gelmiştim. Annemin yaramı sarmasını beklerken, o da bana vurmaya başladı, söylemedik laf bırakmadı. Elime bir taş vererek, ‘Gidip öcünü almazsan seni eve almayacağım.’ dedi. Ben de gidip o taşla çocuğun kafasını kırdım. İlk dersimi böyle aldım. O gün bugündür, kafamı kırdırtmamak için çabalıyorum. Birilerinin kafamı kıracağını sezdiğim an, onlardan önce davranır, karşı saldırıya geçerim. (…) Bir daha kafamı kırdırtmamak için çabalıyorum. Siz de kafanızı kırdırtmak istemiyorsanız benim gibi yapacaksınız. Onlar kafanızı kırmadan siz onlarınkini yaracaksınız. Güçlü olacaksınız…”
Niçin dağa çıkıp terörist olduğunu anlatan, yetişme sürecini cezaevinden kaleme alan teröristlerin, kimler olduğu önemli değil, asıl önemli olan, “Bir terörist nasıl yetişir?” sorusuna cevap aramaktır.
Bu yazıyı okuyan herkes, “Yıllar sonra sizin çocuğunuz nasıl bir insan olacak?” sorusunun cevabı üzerinde düşünmeli diye düşünüyorum. Çünkü şiddet, kundakta başlıyor, evde besleniyor, ailede dölleniyor.
Kundakta başlayan şiddet ya mezarda ya cezaevinde sonlanıyor.
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar