‘Delikli demir icat oldu mertlik bozuldu’ sözü meydan kavgalarında bedensel olarak güçlü olmanın önemini yitirdiğini anlatmak için kullanılmış.
“Teknoloji gelişti, aile sohbeti kalmadı, Televizyon, Bilgisayar ve akıllı telefonlar icat oldu kitap okuyanlar azaldı!” gibi sözleri de yıllar sonra torunlarımız kullan-maya başlayacak galiba. Akıllı telefonlar yaygınlaştıktan sonra, muhabbet etmek için çay bahçelerinde bir araya geldiğimiz dostlarımızla bile muhabbet etmez olduk.
İki arkadaş pikniğe çıkmışlar. Gece çadırda yatmışlar. Gece yarısı uyanmışlar ve gökyüzünü seyretmeye başlamışlar.
Biri diğerine, “Gökyüzünde ne görüyorsun?”diye sormuş.
Arkadaşı, “Yıldızları, karanlıkta parlayan kutup yıldızını, ay’ın güzelliğini” diye anlatmaya başlamış.
Soruyu soran arkadaşı “Kör müsün oğlum?
Çadırımızı çalmışlar!” demiş.
Bu hikâye bana ülkemizde ve dünyada yaşanan sıkıntıları görmeyip, sürekli teknoloj ve medyanın kölesi olmuş insanları hatırlatır. Gülünecek halimize ağlamamız gerekirken, ağlanacak halimize gülüyoruz işte.
Allah sonumuzu hayretsin!
Seyreden bir toplum olduk! Sadece seyrediyoruz. İşin daha da kötüsü seyrederken bile görmüyoruz. Bakar – kör dedikleri bu olsa gerek.
Yıllar önce bir gazete kupürü atmıştım arşivime. Ortadoğu veya Afrika’da açlık ve sefalet içinde bir çocuğun resmiydi sakladığım. Aylardır yıkanmadığı saçlarından belli olan çocuğun kıyafetleri yırtık, ayağında da ayakkabı yok. İlginç olan ise çocuğun elinde silah olmasıydı. Hem de kocaman bir silah.
Fotoğraf her yerde her zaman gördüğümüz bir görüntüydü aslında. Ancak altında bir soru vardı resmin.
“Üstüne kıyafet bile alamayan bu çocuğun eline bu kadar pahalı bir silahı kim, niçin verdi?”
O güne kadar televizyonda veya gazetelerde defalarca gördüğüm halde üzerinde hiç düşünmediğim basit bir soruydu bu. Beni gerçekten çok düşündürdü. Yiyecek ekmeği olmayan, aylardır yıkanamayan, bir atlet ve ayakkabı bile alamayan bu çocuk, bu silahı nereden buldu? Bu çocuklara ekmek yerine silahı, atlet yerine mermiyi kim, niçin veriyordu?
Seyrederken göremediklerimi okurken gördüm.
Ortadoğu ve Afrika gibi ekmek yerine silah dağıtılan bölgelerde, kimin niçin silah dağıttığını, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın hayatını okurken farkettim. 1950’li yıllarda Almanya’da akademik çalışmalar için genç bir araştırma görevlisi olarak bulunmuş olan Erbakan anlatıyor.
Bir gün Üniversite’nin araştırma laboratuarında çalışırken bölümdeki Alman hocam benimle görüşmek istediğini söyledi. Önünde, ESSO Petrol Şirketi Genel Müdürü Dr. Müller’in gizli bir konferansa davet kartı bulunuyordu.
Bu konferansa kendisinin gidemeyeceğini, ancak böyle bir şahsın verdiği konferansta isminin yazılı olduğu masanın boş kalmamasına da ehemmiyet verdiğini belirtti. Mümkünse bu konferansa kendi adına benim gidip, yerini almamı rica etti. Memnuniyetle kabul ettim.
Konferans, o tarihte, harpten çıkmış Almanya’nın yıkık Aachen kentinin ilk tamir edilen, en lüks, en muhteşem binasında yapılıyordu. Bu binada aslında bir termal kaynak bulunduğu için adı Bad Aachen olan Aachen şehrinin ağaçlar içindeki meşhur Kurhaus oteliydi. Girişte sıkı kontroller yapıldı. Davetiyeyi göstererek Prof.Schimdt’in adına O’nun yerine oturdum. Şehrin Valisi, Başpiskopos’u, profesörler, ileri gelen iş adamları ve yazarlardan müteşekkil en seçkin bir topluluk bu konferansa davet edilmişti.
ESSO Şirketi Genel Müdürü Dr. Müller açış konuşmasını yaparken,
“Sizleri her ne kadar “Bugünkü Arabistan” konulu bir konferansa davet ettimse de, bu davetin böyle takdimi konferansın gizliliği münasebetiyledir.
Toplantının asıl maksadı şudur: Suudi Arabistan’ın yeni petrol bölgesi Damman’dan geliyorum. Amerikalılarla beraber dünyanın en zengin petrol kaynaklarını bulduk. Amerika’nın ve Avrupa’nın önemli şehirlerinde seçilmiş kimselerle yapılmasını programladığımız bu gizli toplantılarla, bu muazzam servetin Batılıların yararına kullanılmasını nasıl temin edebi eceğimizin istişarelerini yapmak istiyoruz. Onun için bu büyük zenginlik hakkında size kısaca bilgi verdikten sonra, aslında ben sizin tavsiyelerinizi dinlemek istiyorum.” dedi.
Suudi Arabistan’da dünyanın en zengin petrol yatakları bulunmuş ve ilk üretim başlamıştı. Buradaki rezervler dünya toplam rezervinin yüzde yirmisine denk büyük rezervlerdi. Batı bu rezervlerin kendi yararına kullanılmasını istiyordu. Bunun daha ilk günden tedbirlerini almaya çalışıyordu.
Batılı, Afrika ve Ortadoğu petrolünü elinde tutmak için o insanları aç bırakıp birbirleriyle uğraştırmak veya savaştırmak zorunda olduğunu bildiği için yıllardır o bölgelerde akan kan durmuyor.
Gençlerin eline kalem yerine silah, ekmek yerine mermi veriyorlar. Ya birbirleriyle savaştırıyorlar ya da bizzat ordularıyla saldırıyorlar.
Magazin ve dizileri seyretmekten vazgeçip, okumaya başlamadığımız sürece gerçekleri göremeyiz.
Bizler, gençlerin ellerine kalem ve kitap verme-diğimiz zaman, birileri onların ellerine silah ve mermi vermeye başlayacak.
1980 öncesi sağ-sol kavgalarında düşmanını (!) vuran gençlerin ellerine o silahları kim verdi? Hangi fabrikada üretildi o silahlar?
Sağcı gençlere verilen silahlarla solcu gençlere verilen silahların aynı fabrikada üretildiğini hepimiz biliyoruz.
O dönemin ateşli militanlığını yapan gençler yıllar sonra gerçekleri görmeye başladı.
Geçmişin gerçeklerini görmek bugün için sadece ibret olur.
Marifet geleceğin tehlikelerini görebilmektir.
Ancak öyle bir zamanda yaşıyoruz ki seyrederek değil, okuyarak görebiliriz.
Seyredenleri kör ediyorlar.
Seyretmeyin, okuyun!
KAYNAK: Okuyorum O Halde Varım (OkuYorum Yayınları)