Sait ÇAMLICA: Düşünmek, Namaz Kılmak Gibi Farzdır!

Eğitimci yazar Sait Çamlıca ile Ramazan vesilesiyle, “Kur’an alfabesi mi, Kur’an ahlakı mı?” İsimli kitabı çerçevesinde Kur’an’ı anlamayı ve düşünmeyi arkadaşımız Ziya GÜNDÜZ’e konuştu.

Çamlıca, ‘Kur’an okumayı öğretmek değil, Kur’anı önce anlayıp sonra yaşamayı öğretebilmenin yollarına kafa yormak zorundayız’ dedi. 

Röportaj: Ziya Gündüz

Hocam öncelikle kitabın isminden başlayalım. “Kur’an alfabesi mi, Kur’an ahlakı mı?” isimli kitabı yazmanızda ki temel gaye nedir. Size göre Kur’an hangisi için okunmalı alfabe mi ahlak mı?

‘Birçok yazar yaşadıklarından esinlenerek yazar’ derler. Benim bu kitabı yazma ve bu kitaba verdiğim ismi seçme sürecimde böyle oldu. Yani yaşadıklarımdan yola çıkarak yazdım. Türkiye’de dindar bir ailenin çocuğu dinini nasıl öğreniyorsa, bende öyle öğrendim. Çocukken Allah bir demeyi ve işaret parmağını havaya kaldırmayı öğretirler. Sonra ‘elif, be, te, se’ diye Arapça harfler yavaş yavaş öğretilir ve Kur’an’ı yüzüne okumayı öğrenirsiniz. Aileniz biraz daha ilgilenirse mahreçleriyle Kur’an okumayı öğrenir, imkan ve istek varsa hafızlık yaptırılır. İslam’ın şartlarını, 32 farzı ezberler ve namaz kılmayı öğrenmişseniz, neredeyse din eğitimi tamamlanmış olur.

Benim çocukluğumda bu süreçlerden geçti. Sonra İmam Hatip Lisesi yıllarında farklı dini yapılarla tanışıyor ve bu yapıların tartışmalarına şahit oluyorsunuz. Liseden sonra bir hocamın tavsiyesiyle Kur’an Meali okumaya başladım. Okurken notlar alıyor ve birçok ayetin altını çiziyordum. Din denilince zihnimde dayak, cehennem azabı, ahiret, kabir azabı, çetin hesap gibi olumsuz kavramlar kaldığından olsa gerek, 20’li yaşlarımın başında ilk defa bir Kur’an Meali bitirdiğimde, şu cümleyi kurduğumu iyi hatırlıyorum: ‘Allah, bize din anlatan hocalardan daha merhametliymiş’

O yıllardan sonra sürekli farklı yazarlardan meal ve tefsi okumayı bir yaşam biçimi haline getirdim. Tabi anlayarak Kur’an okurken, hayatı da yaşayarak öğreniyorduk. Hem Kur’an’ı okumak hem hayatı okumak bende sürekli yeni ufuklar açtı. Kitaba verdiğim isim bu süreçte zihnimde oturdu. Dilinde din ve Allah olan insanların işlerinde din ve Allah yoktu. Bunu görmek bende önce ciddi bir hayal kırıklığı oluşturdu. Sonra bunun sebebine kafa yorarken, din eğitimimizi yeniden gözden geçirmemiz gerektiğine kanaat getirdim. Beş vakit namaz kıldığı halde on vakit yalan söyleyen bir esnaf yetişiyorsa sizin din eğitimi usulünüzde, bunu sorgulamak zorundasınız. Kur’an okumayı öğretmek değil, Kur’anı önce anlayıp sonra yaşamayı öğretebilmenin yollarına kafa yormak zorundayız.

‘Kur’an okumayı bilmek yeterli olsaydı, Arapça konuşan ülkeler dünyanın süper gücü olurdu’ sözü, kitabımın alt başlığıdır. Anlamadan sadece yüzüne Kur’an okumayı öğretmeyi dindar insan yetiştirmek sanmaktan vazgeçmek zorundayız.   

Kitapta düşünmeye dair önemli cümleler var.  Düşünmeyi ve akletmeyi önemseyen bir şahsiyetsiniz. Kur’an ile düşünülmesi gerektiğini savunuyorsunuz. Kur’an ile düşünmek için ne yapmalıyız nereden başlamalıyız?

Benim kitabımda düşünmeye dair birçok cümlenin ve uyarının var olmasının sebebi, Kur’an’ın düşünmeye sürekli vurgu yapmasıdır. ‘Hiç akletmez misiniz? Hiç düşünmez misiniz?’ diye biten onlarca ayet var. Düşünmek, namaz kılmak gibi farzdır. Çocuklara din öğretirken, namaz kılmayı öğrettiğimizden daha çok düşünmeyi öğretmek zorundayız. Farz olan ibadeti yapmak ve yapmayı öğretmekte farzdır.

Kur’an ile düşünmek, Kur’an ile hayata bakmak, Kur’an ile çağın problemlerine çözüm üretmek zorundayız. Bunu gençlere anlatırken şöyle formüle ediyorum: Bilgi hazineniz, Kur’an gözlüğünüz, Peygamberimiz örneğiniz ve önderiniz olsun. Göz akıl ise, gözlük Kur’an’dır. Kur’an’ı gözlük yapabilmenin ilk şartı verdiği mesajları anlamaktır.

Pakistan’ın Milli şairi Muhammed İkbal’in babası oğluna nasihat ederken ‘Oğlum! Kur’an’ı okurken Allah sana vahyediyormuş, seninle konuşuyormuş, sana önemli nasihatler ediyormuş gibi oku’ dermiş. Ben bu nasihati çok önemserim. Allah hepimize söyleyeceği son sözleri (vahyi) söylemiş. Bir daha Peygamber gelmeyecek. Yeni bir vahiy inmeyecek. Hepimizi bu kitabın muhatabıyız. ‘Nerden başlamalıyız?’ sorusunun cevabı budur. Anlayarak ve düşünerek Allah’ın son vahyini ‘bize iniyormuş gibi’ okuyarak başlamak zorundayız.    

İslam ülkeleri ne zaman İslamlaşır diye soruyorsunuz kitabınızda. Bunu biraz açabilir misiniz?

‘İslamlaşmak’ denilince aklımıza neyin geldiği önemlidir. Namaz kılanların çoğalması, tesettürlü insanların artması, camilerin çok olması İslamlaşmak anlamına gelir mi? Dinimizin bizden istediği en önemli sorumluluklar bunlar mıdır? Bunlar bireysel ibadetlerdir. İsminde ‘İslam’, Anayasasında ‘Kur’an’ yazan ülkeler var. Bunlar İslamlaşmak için yeterli midir?

Bir ülkede ticaret ahlakı, komşuluk ahlakı, adalet, eşitlik yoksa, o ülkenin anayasasında ‘şeriat’ yazıyor olması neyi değiştirir? ‘Hangi ülkede yaşamak isterseniz?’ diye sorulduğunda, akla ilk gelen ülkeler arasında bir İslam ülkesi yoksa, oturup her şeyi yeniden düşünmeliyiz. İslamlaşmak Kur’an okumayı bilmekle değil, Kur’an ahlakı ile yaşamak, Kur’an ahlakı ile komşuluk yapmak, Kur’an ahlakı ile ticaret yapmakla olur. 

Malum Ramazan Kur’an’ın indiği ay. Ramazan ve Kur’an’a dair neler söylemek isteriniz?

Ramazan ayını onbir ayın sultanı yapan şey, Kura’nın bu ayda inmeye başlamış olmasıdır. Kadir gecesini bin aydan daha değerli yapan şey, Kur’an’ın bu gecede inmeye başlamış olmasıdır. Ramazan ayı denilince aklımıza oruç, iftar, sahur, teravih geldiği halde, Kur’an gelmiyorsa, Ramazan algımızı gözden geçirmek zorundayız. Her Ramazan ayını ‘anlayarak Kur’an okumaya başlamanın’ bir vesilesi yapmalıyız.

Şahısların, âlimlerin peşinden koşmayın ilmin peşinde koşun diyorsunuz. Neden ilmin peşinde koşmalıyız?

‘Buldum sanan kaybolur’ diye bir mottoyu sürekli dillendiriyorum. Müslüman’ın arayışı asla bitmemeli. Elbette geçmiş alimlerimizin birikimlerinde istifade etmek zorundayız. Ancak ilmin peşini bırakır ve alimi kutsarsanız, günümüzün problemlerine çözüm bulamazsınız. Ben bunu İbn-i Sina örneğiyle anlatıyorum. Tarihin yetiştirdiği en önemli Müslüman Tıp âlimlerinden birisidir İbn-i Sina. İbn-i Sina’nın birikimlerinden elbette istifade etmek zorundayız. Ancak bugünün hastalıklarıyla dünün hastalıkları aynı değil. Siz tıp ilmine çalışırken, sadece İbn-i Sina’nın tespit ve teşhisleriyle hareket ederseniz, tedavi etmeye çalıştığınız insanı öldürebilirsiniz.   

Âlimlerimizin İslam’ın yaz mevsiminde diktiği kıyafetleri, İslam coğrafyasının kış mevsimini yaşadığı dönemde ümmete giydirirseniz, ümmeti ve Müslümanları üşütürsünüz. 

‘Hz. Ömer Belediye Başkanı olsaydı’ adlı bir makalenizde var kitabınızda. Ne demek istiyorsunuz bu makaleyle?

Kitabımın bir bölümünü ‘Müslüman ve Siyaset’ konusuna ayırdım. O bölüm için yazdığım makalelerden birisidir bu. Ayrıca ‘İhale komisyonu almak caiz mi? Peygamberimiz Milli Eğitim Bakanı olsaydı! Peygamberler esnafları teftişe gelseydi! Temeli çürük Tevhit Apartmanı. Kiliseyi soyan Papaz nerde günah çıkartacak’ gibi makalelerimde var aynı bölümde. Kur’an ahlakı, rol modellerimiz olan Peygamberlerin ahlakını öğretir Müslümanlara. Peygamberimizin ve diğer Peygamberlerin hayatlarını okurken, hep geçmişte yaşamış tarihi kahramanların hayatlarını okur gibi okuyup geçiyoruz. Hâlbuki Kur’an ahlakı, bu rol modellerimizi günümüze, işimize, ticaretimiz, siyasetimize, aile ve komşuluk ilişkilerimize de taşımamızı gerektiriyor.

Kur’an ahlakı ile donanmış bir öğretmen ‘zamane çocuklarında iş yok’ diyemez. Kur’an ahlakıyla donanmış bir imamın görev yaptığı cami, asla emekliler lokaline dönüşemez. Kur’an ahlakıyla donanmış bir Belediye Başkanı, ihale komisyonu alamaz. Odasındaki güvenlik kamerasından kendisini saklasa bile, omuzlarında sürekli kayıt yapan ilahi kameraların varlığını asla aklından çıkartamaz. Kur’an ahlakıyla yaşayan bir esnaf, müşterisine asla yalan söyleyemez.     

Son olarak konumuzla ilgili neler söylemek istersiniz?

Müslümanların Kur’an’ı anlamasının önündeki en büyük engel İslam düşmanları değil maalesef. ‘Siz Kur’an’ı anlayamazsınız’ diyenler, Yahudi veya Hıristiyanlar değil, Türkiye’de ‘Hoca’ diye bilinen bazı insanlardır. ‘Ramazan ayında mutlaka meal hatmi yapın’ dediğimde ‘mealden hatim olmaz’ diyecek kadar cahil insanlarımız var. Allah, anlamadan papağan gibi tekrar edilsin diye bir kitap gönderir mi? ‘Siz anlamazsınız!’ diyenler, anlamamızı istemeyenlerdir. Çünkü anlayanları aldatmaları çok daha zordur.

Yıllar önce, çok sevdiğim ve fikirlerinden istifade ettiğim bir müftü dostuma ‘Cahilleri anlıyorum hocam. Ama bazı cemaat ve tarikatlarda, aklı başında sandığımız hocalar bile ‘meal –tefsir okumayın kafanız karışır’ diyorlar. Buna nasıl cesaret ederler?’ diye sormuştum. O müftünün verdiği cevabı hiç unutmadım. ‘Meal veya tefsir okumayın kafanız karışır diyenler, ehliyet almayın bizim arabaya binin demek istiyorlar’ demişti. 

Müsaadenizle bu röportajı çok sevdiğim bir hikâyeyle bitireceğim:

Kralın biri, huzurunda el pençe divan duran saray erkanından bir bardak su istemiş.

Saray erkanının içinde askerler, şairler, dalkavuklar, medyumlar, kahinler, din adamları vs. hepsi varmış. Geniş bir halka oluşturulmuş halde ayakta Kralı dinliyorlarmış. Kral su isteyince sırasıyla:

Şair, Yüce efendimiz ve haşmetli kralımızın emrindeki şu zarafete bakın. Böyle bir mısra dünya tarihinde daha söylenmedi: ‘Su getirin, su getirin, su getirin!’ diye tekrar etmiş Kralın sözlerini.

Dalkavuk, Efendim sizin sözünüzün üstüne söz söylenmedi şu alemde: ‘Su getirin, su getirin, su getirin!’

Din adamı, Her kim bunu günde 100 kez söylerse cennet köşkleri onu bekliyor, aşk ile bir daha, ‘Su getirin, su getirin, su getirin’

Medyum, Kralımız bu sözüyle gelecek yılın bolluk ve bereket ile geçeceğini haber veriyor, şevk ile bir daha, ‘Su getirin, su getirin, su getirin’

Kahin, Bana bir su getirin cümlesinin ebced hesabı ile değeri 2050’dir. Kralımız bu yılda kıyametin kopacağını haber veriyor. O yıla dikkat edin ve bu cümleyi sakın unutmayın, ‘Su getirin, su getirin, su getirin’

Velhasıl bir bardak suyu getiren olmamış ama her yan ‘Su getirin, su getirin, su getirin’ sesleriyle inlemiş ve bir su edebiyatıdır almış başını yürümüş. ‘Su getirin’ sözü dilden dile dolaşmış, hafızlar ezberlemiş, en güzel hatlarla yazılıp duvarlara asılmış. Her yerde, ‘Su getirin, su getirin, su getirin’ sesleri ama bir bardak su getiren de olmamış!    

İslam coğrafyasının hali maalesef bu hikâyede anlatıldığı gibidir.

Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim…