“Benim şeyhim Seyyid. Seyyidimizden el almanı isterim” dedi bir arkadaşım. Kendisini sevdiğim için kibarca reddedip ”Ben kitaplara mürit olmayı tercih ederim” dedim. Ne demek istediğimi de anladığını sanmıyorum.
Benzer konuşmaları birçok arkadaşımla yaptım. ‘Bizim şeyhimiz, efendimiz’ diyerek başlayan cümlelerin sonu, şeyhin / efendinin dizinin dibine davet etmekle son buluyor. Hepsinin şeyhine / liderine saygı duyduğumu belirtmekten öte bir adım atmak, içimden gelmedi yıllardır.
“Ben Seyyidim! Peygamber soyundan geliyorum’ diyerek kendisine saygı gösterilmesini isteyen adama, bir arkadaşım güzel bir cevap vermiş. “Bende Seyyidim!’. Aldığı cevaba şaşıran kişi, ‘Sen hangi koldan Seyyidsin?”diye sorunca, bu soruyu bekleyen arkadaşım güzel bir cevap vermiş.”Hz. Adem kolundan”
Himmet Şeyhim!
“Himmet Şeyhim! Bismillah!” diyerek arabasını çalıştırdı başka bir arkadaşım. Dondum kaldım. Bir şey söylesem bozulacak, söylemesem içimde kalacak. Başka bir arkadaştan da aynı cümleyi duyunca dayanamayıp, “Besmelenin önüne değil şeyhinin adını, Peygamberimizin adını bile getirmen doğru değil!” dediysem de, aldığım cevaplar beni susturdu. Sustum! Çünkü tartışmak sorunu halletmediği gibi, daha da derinleştiriyordu. Şeyhinin himmetiyle trafik kazalarından nasıl korunduğunu, şeyhinin kerametleriyle süsleyerek öyle bir anlatmaya başladı ki, susmaktan daha anlamlı bir cevap bulamadım.
“Müminin feraseti, Veli’nin kerametinden üstündür. Çünkü keramet göstermek, feraset görmektir” cümlesini kurduktan sonra, uzun uzun anlatma isteğim kalmayınca, sustum işte.
Babadan oğula geçen şeyhlik!
”Hadi senin hocan kıymetli bir âlimdi. Allah nur içinde yatırsın. Ölünce, şeyhlik makamına oğlunun geçmesini bana nasıl izah edeceksin?” dedim başka bir arkadaşıma. Bana öyle bir cevap verdi ki, sadece ‘pes’ diyebildim.
”Sen bu işlerden anlamazsan! Orası manevi bir âlem… Makamlar, mana âleminde veriliyor. Bizim şimdiki şeyhimiz doğduğunda, iki kuşak önce şeyhimiz olan dedesi kundakta kucağına alıp ‘Maşallah! Yeni bir şeyh dünyaya getirdiniz’ demiş.”
Miras denilince, babadan oğullara geçen arazi, ev, araba gibi gayrimenkulleri anlarım. Ancak, ‘manevi âlemlerin’ babadan oğula geçerek, bir ailede toplanacağına inanmamı benden kimse beklemesin.
Babadan oğula bakkal geçer, şeyhlik / liderlik değil.
Peygamberin soyu!
Peygamber soyu konusunda ısrarcı olanlar, Ebu Leheb’in soy kütüğüne baksınlar. Tebbet suresinde ”ateşin babası” lakabıyla anlatılan Ebu Leheb, Peygamberin öz amcasıdır. Soyu aynı yolu farklı olduğu için, ‘ateşin babası’ diye lanetlenmiştir. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir Peygamberin soyundan bile gelseniz, yolunuz yanlış ise ‘ateşin babası’ olarak adlandırılırsınız.
Habeşli Bilal, Peygamber yolundan gittiği için, Peygamber soyundan gelen Ebu Leheb’ten çok daha kıymetlidir.
Doğu’da Seyyid, Batı’da Şeyh!
Türkiye’nin doğusunda Seyyid olduğunu iddia eden ailelerin etrafında oluşan halkalar, Türkiye’nin batısında şeyhlik makamı etrafında oluşuyor. Bu bir tesadüf olabilir mi, yoksa tarihsel bir altyapısı var mı bilmiyorum? Ancak her bölgede farklı sebeplerle, kendisinin Allah veya Peygambere daha yakın olduğunu iddia ederek makamlar oluşturuluyor.
Allah ve Peygambere yakınlık, kan bağı ile değil yaşam biçimi ile olur. Peygamber soyundan geldiğini iddia ederek veya şeyhler silsilesini son halkasını olduğunu söyleyerek saygı beklemeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Peygamberimizin kızına söylediği muhteşem ölçüyü, levha yapıp duvarlara asmak gerekiyor. Peygamberimizin bu muazzam ölçüsü, son sözü olsun bu yazının. Bu sözden sonra söylenecek söz kalmaz.
”Kızım Fatıma! Babanın Peygamberliğine güvenme. Öyle bir mahkeme var ki, Ben bile seni kurtaramam’’
Sait ÇAMLICA
Eğitimci – Yazar