Sufi kelimesinin kökü olarak en çok kabul gören kelime, “yün” anlamına gelen Arapça “sûf”tur. Hayvan yününden yapılmış, en basit en ucuz kıyafet giyerek dünya malı ve zevklerinden uzak yaşayan insanlar anlamında kullanılır bu kelime. Sufi hayat yaşamayı tercih eden insanların oluşturduğu yaşam biçimine “Sufi yaşam” denilir. Tasavvuf kelimesi de bu kökten türetilmiştir. Yün giydi, yün giyiyor anlamında tasavvuf / sûfiyye kelimesi kullanılıyor yüzyıllardır.
Bu tarifleri okuyan herkes, çevresinde gördüğü veya medyada izlediği Tasavvuf erbabının, kağıt üzerindeki tarif ile tamamen zıt bir hayat yaşadığını hemen anlar. Villa’da yaşayan, son model arabalarla gezen, özel şoför ve korumalarla dolanan şeyhlerin bu tarife uymadığını anlamak için, özel bir çaba sarf etmeye gerek yok. Başka bir ifadeyle tasavvuf şişede durduğu gibi durmuyor. Tarife uymadıkları gibi tam tersi bir hayat yaşıyorlar. Özellikle lider değişimi sonrası başlayan post kavgası dönemlerinde, tüm çirkeflikleri ortaya çıkıyor.
Makamlar Ateşten Gömlek Değil mi?
Bürokrasinin birçok koltuğunda tarikatlarda yetişmiş insanlar oturuyor. Bu insanlar yıllarca “Makamlar ateşten gömlektir. Talip olmak doğru değil” diye bir öğreti ile yetiştiler. Bakanlıklarda bir daire başkanlığı veya küçük bir ilçenin belediye başkanlığı bile olsa, her makamın ciddi bir manevi sorumluluğu vardır. Bu manevi sorumluluğun yükünü her babayiğit kaldıramaz. Vebali çoktur.
Bir Belediye Başkanı, yönettiği şehrin aç insanından susuz kalmış bir ağacına kadar her türlü sorumluluğu yüklenmiş insandır. Yoldaki taştan toplanmayan çöpe, sele dönüşen yağmurdan esen fırtınaya kadar, her olayda başkandan çözüm bekleyecek millet. Bu ağır sorumluluğun hesabını Allah’a vermek çok daha zordur. Bu makamlara talip olmak, çok büyük bir risk almaktır. Tasavvufi öğreti bunları söyler ama gerçek böyle işler mi?
Makamdan kaçmak için değil makama gelmek için yarışıyorlar. Sadece yarışmıyorlar aslında. Birbirlerinin ayağını kaydırmak için her türlü dalavere işlere de giriyorlar. Birbirlerini iftira atmaktan bile çekinmiyorlar. Sadece Belediye Başkanlığı veya Daire Başkanlığı değil, aynı tarikatın küçük bir ilçe sorumluluğu konusunda bile birçok fitne ve kavga yaşanıyor.
Tarikat içerisine büyümüş, bürokrasi de bir makama gelen insanların makam sevgisi ve savaşı, içinde yetiştikleri sufi öğretiye uymuyor. “Ben daha üst makama laik değilim” diyeni duydunuz mu? “Ben birkaç yıl görev yaptım! Bu görevi benden daha iyi yapacak insanlar var. Yeni dönemde onlar bu makamlara gelsinler” diyeni de duymadık hiç. Görevde kalmak için ayrı takla atıyorlar, görevde yükselmek için daha başka taklalar atıyorlar.
Hadi diyelim ki o makama gelindi ve birkaç yıl sonra o görevden alındı. Bürokraside bir genel müdürlük veya belediye başkanlığı gibi bir makam düşünün. Görevden alınmamak veya yeniden göreve gelmek için verilen çaba, sadece çocukça değil aynı zamanda kendi Sufi öğretisine de ters. Kitaplarda anlatılan Tasavvufi ahlaka sahip olsalar, görevden alınınca “Şükür ateşten gömleği çıkarttım” diye sevinmesi gerekir. Ama henüz sevineni duymadım.
Bunları okurken “Hoca sen hangi dünyada yaşıyorsun? Tasavvuf Ahlakını biz sadece kitaplarda gördük” diyenler olduğunu biliyorum. Bu çelişki sadece küçük beldelerde veya resmi makamlarda yaşanmıyor. Tarikatın zirvesi dedikleri makamlarda bu tür kavgalar, çok daha büyük ve çok daha sert yaşanıyor.
Bir tarikat ekibi ne kadar güçlü ne kadar kalabalık ve ne kadar zengin olursa, pasta ve makam savaşı da o kadar büyük oluyor. Tasavvufi hayat veya Sufi Ahlak tarifine göre yaşamış olsalar, “ben o sorumluğun altına giremem, lütfen sen şeyh / gavs ol!” demeleri lazım. “Liderlik ateşten gömlek! Bana o gömleği giydirmeyin” diye birbirlerine yalvarmaları lazım. Ama nerde? Tam tersi oluyor. “O makam benim hakkım! O koltuk benim hakkım! Mirasın çoğunu ben alacağım! En iyi şeyh ben olurum! En çok mürit bende olmalı!” diyerek kavgaya devam ediyorlar.
Kardeş Kardeşe Düşman
Osmanlı gibi saltanat ile yönetilen tüm devletlerde, saltanat için kardeş katli yapılmıştır. “Devletin bekası için…” diyerek buna fetva vermiş olan İslam alimleri, bunun hesabını ahrette nasıl verecek bilmiyorum. Padişahlık makamı için kardeş katli fetvası, bilinen bir fetvadır. Tarih boyunca defalarca uygulanmıştır. Aynı fetva tarikat liderliği veya şeyhlik için verilmiş midir? İç yapılarını ve karakterlerini bildiğim için rahatlıkla şunu söylerim; Şeyh olmak ve pastanın büyüğünü elde edebilmek için cinayet işleme imkanı bulsalar, fetva almak için bile zaman kaybetmezler.
Ben bu yazıyı yazarken iki tane büyük tarikatta, lider ölümü sonrası kavgalar devam ediyordu. İsmailağa cemaati, Mahmut Ustaosmanoğlu’nun ölümünden sonra kavgaya tutuştu. Aynı şekilde Menzil cemaati de liderlerinin ölümünden sonra benzer bir kavgaya tutuştular. Taraflar kendi müritleri aracılığıyla kavga ediyor. Müritler birbiriyle uğraşırken, sosyal medyayı aktif kullananlar birbirleri aleyhinde çok ağır ithamlarda bulunuyorlar. Makam için kardeş katletmekten çok daha kötüsünü yapıyorlar birbirlerine. Mesela birbirlerine çok ağır iftiralarda bulunuyorlar. Malımıza çökme, kadınlara perdesiz sohbet verme gibi basit görünen ithamların altında “sahtekar, dolandırıcı, fırsatçı, kadın düşkünü” imalarının yattığını, bu tarikatların dilini bilenler daha iyi anlıyorlar.
İki Büyük Savaş
2022 yılında ölen İsmailağa lideri Mahmut Ustaosmanoğlu 60 yıl civarında, 2023 yılında ölen Menzil lideri Abdulbaki Erol 40 yıl civarında liderlik yaptı tarikatına. Birer yıl arayla iki lider ölünce, yeni liderlik savaşına hep beraber şahit olduk. İsmailağa cemaati ve Menzil ekibi, ölen liderlerin cenazesinde yeni liderin veya liderlerin kim olacağını açıkladı. Bu açıklamaya rağmen kavga hiç bitmedi. Mahmut Ustaosmanoğlu yerine dünürü olan Hasan Kılıç ilan edildi. 1930 doğumlu olan Hasan Kılıç’ın, geçiş dönemi için ilan edildiğini herkes biliyordu. Menzil ekibinin kavgası daha çabuk sırıttı. Üç erkek kardeşin üçü de Gavs ilan edildi. Kavganın çok önceden başladığı ve bir çözüm bulamadıkları belliydi.
Yıllarca “Asrın Müceddidi” diye anlattılar Mahmut Ustaosmanoğlu’nu. Tasavvuf terbiyesi ile milleti yeniden ihya ettiği söylendi sürekli. “Bu nasıl bir tarikat bu nasıl bir şeyh ki, daha en yakın talebelerine ve akrabalarına bile tasavvuf terbiyesi verememiş?” diye sürekli sorgulanacak. Nefis terbiyesini çocuklarına, torunlarına ve en yakın talebelerine bile verememiş bir adam nasıl “Asrın Müceddidi” oluyor? Bu kavgalarla birlikte asrın yalanı da ifşa oluyor. Mahmut Ustaosmanoğlu’nun en yakın öğrencileri, çocukları ve torunları birbirine düşman oldular. Yakından tanıyanlar bu düşmanlığın çok uzun yıllardır var olduğunu ve ortaya saçılmadığını biliyorlar. Ama lider öldükten sonra, hepsi eteklerindeki taşları dökmeye başladı.
Yıllarca kainatı yöneten Gavs dedikleri lider ölünce, çocukları birbirine düştü. Babaları ölünce üç kardeş Gavs ilan edildi. Menzilde bulunan iki cami ve bir mescit aralarında paylaşıldı. Ancak daha paylaşacakları birçok bina, dernek ve kurum vardı. Bu servet kapma, mirasa çökme savaşında kardeş kardeşe, mürit mürit’e düşman oldu. Bu üçlü kardeşler, birbirlerini ve müritlerini dergahlara sokmak istemiyorlar. Şehir şehir, ülke ülke gezip, dergah kapma savaşı veriyorlar. Hayırda yarışması gerekenler, mürit kapma yarışı yapıyorlar.
Ölen Gavs daha kendi çocuklarına nefis terbiyesi verememiş, ümmeti kurtarmaktan bahsediyorlar. Üç kardeş ve taraftarları birbirini yiyor. “Lanet olsun İsrailoğullarına! Lanet olsun Semerkandoğullarına!” diye paylaşım yapacak kadar birbirlerinden nefret ediyorlar. Sarhoşların gözüne bakıp içkiyi bıraktırdığı anlatıldı yıllarca! Makam, para ve şöhret sarhoşu olan çocuklarının gözlerine hiç mi bakmamış babaları?
Kanlı mı Kansız mı?
Post kapma, makama kurulma, pastadan en büyük payı kapma savaşları her zaman oldu tarikatlarda. Birçok tarikat bu kavgalarda bölüne bölüne küçüldü ve tarikatın bazı kolları tarihten silindi. İlk defa sosyal medya üzerinden bu savaş veriliyor. Dünyanın her yerinden insanlar, Menzil’de üç kardeşin, İsmailağa’da aile ve talebelerin birbirini yeme savaşına şahitlik ediyor. Herkes “şeyh” dedikleri kişinin talebelerinin, evlatlarının hatta torunlarının birbirlerine nasıl düştüklerine şahit oluyor. Öz kardeşlerin bile üç günlük dünya malı için birbirlerine nasıl düştüğüne şahit oluyoruz. Kardeşlerine ve yeğenlerine bile post yüzünden düşmanlık besleyen bu yapılar devleti ele geçirmiş olsalar, kendileri gibi düşünmeyen ve kendilerine biat etmeyen insanlara nefes bile aldırmazlar.
Bu tartışmaların yoğunlaştığı günlerde “Menzil çorbasına kan damladı damlayacak” diye bir paylaşım yapmıştım. İlk kan İsmailağa’da mı akar Menzil de mi göreceğiz. Bakalım bu geçiş süreci kanlı olacak kansız mı?