Kitap sayfaları arasında dolanırken, ufkumu açan, bize ezberletilenler dışında bir bakış açısı kazanmamı sağlayan kitaplar elime geçince, okumaktan aldığım keyif kat kat artıyor. Her yıl birkaç tane kitap için “Bu yıl okuduğum en iyi kitap” veya “Bu yıl en çok tavsiye edeceğim kitap!” diyorum.
Yusuf el-Karadavi hocanın Öncelikler Fıkhı (İz Yayıncılık) kitabını okuyunca, bu duyguyu bir kez daha yaşadım. Öncelikler Fıkhı kitabını okumaya başladığımda, daha ilk sayfalarının bir kenarına not aldığım “Önce büyük taşlar” başlıklı hikâyeyi paylaşarak, kitabın ilhamıyla yazdığım yazıma devam etmek istiyorum.
Önce Büyük Taşlar
Bu hikâye Northwestern Üniversitesi iş idaresi master öğrencileri ile zaman yönetimi dersi profesörü arasında geçer.
Profesör sınıfa girip karşısında duran, dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra, “Bugün zaman yönetimi dersi işleyeceğiz!” dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı.
Arkasından kürsünün altından yumruk büyüklüğünde taşları eline aldı. Taşları büyük dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka taş almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve “Kavanoz doldu mu?” diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan “Doldu!” diye cevapladı. Profesör “Öyle mi?” dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova küçük taş çıkarttı. Küçük taşları kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak küçük taşların büyük taşların arasına yerleşmesini sağladı.
Sonra öğrencilerine dönerek bir kez daha “Bu kavanoz dolu mu?” diye sordu. Bir öğrenci, “Dolmadı herhalde.” diye cevap verdi. “Doğru!” dedi profesör. Tekrar kürsünün altına eğilerek, bir kova kum aldı ve yavaş yavaş tüm kum taneleri taşların arasına nüfuz edene kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Tüm sınıf bir ağızdan “Hayır!” diye bağırdılar.
“Güzel!” dedi profesör. Kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi?” diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen, “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır!” diye anlattı.
“Hayır!” dedi Profesör. “Bu deneyin esas anlatmak istediği, eğer büyük taşları baştan yerleştiremezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiçbir zaman kavanozun içine koyamazsın gerçeğidir.”
Nafile Hac!
Karadavi hocanın kitabında verdiği Hac rakamları çok çarpıcı. Hacca gidenler içerisinde daha önce hiç hac yapmayanların toplamı hacıların %15’ten daha fazlasını oluşturmaz.
Hacca gidenlerin %80’inden fazlası, iki, üç veya daha fazla hacca gelmiş insanlar. Bu hac masrafının maliyetini toplamak, kaç lira ettiğini hesaplamak zordur. Ancak aynı miktarda para, fakir öğrencileri okutmaya, mahalledeki fakirlere sahip çıkmaya harcanmış olsa, sonuçların çok daha faydalı olacağını anlamak için, hesap makinesi kullanmamıza gerek olmadığı malum.
Hz. Peygamberin Takvası!
Zengin bir esnaf, sekizinci kez hacca gitmeye hazırlanıyormuş. İlçe müftüsü, “Bu kadar sık hacca gitmeniz doğru değil. Hac için ayırdığınız parayla mahallenizdeki birkaç fakiri doyurun. İhtiyacı olan öğrencileri okutun. Borçlulara yardımcı olun. Emin olun hacca gitmekten çok daha büyük sevap işlemiş olursunuz. Hz. Peygamber bile bir defa hacca gitti” diye uyarmış.
Müftünün söylediklerini ciddiye almadığı, her halinden belli olan zengin esnaf, hiç düşünmeden cevap vermiş. “O’nun takvası zayıfmış!” Güler misiniz ağlar mısınız?
Kendine Müslümanlık!
Başkalarına iyilik yapmak, fakire sahip çıkmak gibi, sosyal dokumuzu ören hadislerden yola çıkan Yusuf el-Karadavı, “En faziletli amel, başkalarına en çok faydası dokunan ameldir” hükmünü hatırlatıyor. Her yıl hacca giden insanlar, sadece kendi manevi duygularını tatmin ederler.
Başkalarına faydası olmayan insanlar için, “Kendine Müslüman!” tabirini kullanırız. Bencillik, batı medeniyetinin omurgasını oluşturur. Ancak İslam ahlakı, ‘elinde var olan imkanları paylaşma ahlakı’ üzerine kurulmuştur.
Taşlara Değil, İnsana Yatırım!
İslam coğrafyasının, öncelikler fıkhını ihmal etmenin bedelini çok ağır ödediğini anlatan Karadavi, camilere ismini yazdırma yarışına giren zengin Müslümanlara yönelik eleştirilerini de dile getiriyor. Yaptıkları yanlışları onlara söylemeye çalıştığında gördüğü duyarsızlıktan şikayetçi olan Karadavi, onların inanma biçimini sorguluyor. “Onlar, adamlardan oluşan bir bina değil, taşlardan oluşan bir bina inşa etmeye inanmışlar.”
Okuyamayan Öğrencinin İhtiyacını Gidermeyi, Kâbeyi Tavafa Tercih Etmeli.
İkinci kez hacca gitmek mi daha sevaptır, fakir bir öğrenciyi okutmak mı? Karadavi hocanın kitabını okuduktan sonra, hiç tereddüt etmeden cevap veriyorum bu soruya. Fakir bir öğrenciyi okutmak için masraf yapmak, nafile hac yapmaktan çok daha önemli, çok daha sevap, çok daha önceliklidir.
Yakın çevremdeki büyüklerime, “Hacca gidenlerin %80’i, Nafile hac yapıyormuş!” bilgisini paylaşıp, “Bu paralarla öğrenci okutulsa, öğrenci yurtlarında çocukların şuurlanmasına destek verilse, ne kadar büyük mesafeler alınacağını” Öncelikler Fıkhı kitabından aldığım rakamlarla paylaşınca, birçoğundan kendi öğrenciliklerine dair örnekler dinledim.
“Bize falanca dernek, filanca zengin sahip çıkmasaydı, bugün bulunduğumuz yerlerde olamayacaktık. Allah onlardan ebediyen razı olsun!” diye halen onlara dua ediyorlar.
Tavaf etmek, etrafında dönmek demektir. Nafile hac için yapacağınız masraflarla, Kâbe’yi bir kez daha tavaf etmiş olursunuz. Ancak muhtaç öğrencileri okutursanız, o öğrenciler ve onlardan meydana gelecek nesillerin duası hem bu dünyada hem de öteki dünyada etrafınızda bir dua bulutu oluşturur.
Okutacağınız nesillerden alacağınız dualardan meydana gelecek dua bulutları, dünyada etrafınızı tavaf ederek sizi korur. Öldükten sonra, mezarınızın etrafında, dua bulutlarının kabrinizi tavaf etmesini istiyorsanız, fakir öğrencilere sahip çıkın.
Muhtacın gönlünü tavaf etmek, nafile hac esnasında Kâbe’yi tavaf etmekten çok daha fazla sevap kazandırır size.
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar