İlk Hayal Kırıklığım…
İmam Hatip Lisesi öğrencileri için, “İmam Hatip öğrencileri, okul bitince İmam Hatipli oluyorlar!” tespitini, yıllardır dillen-diriyorum. Böyle bir tespit yapmamın tek sebebi, çevremi gözlemlemiş olmam değil, aynı süreci bizzat yaşamış olmamdır.
Tokat / Turhal İmam Hatip Lisesinde öğrenci olduğum yıllarda, bir İmam Hatipli gibi yaşamıyordum. Elbette belli başlı kırmızı çizgilerimiz vardı. Ancak gençliğin verdiği heyecanla, farklı ortamlara da giderdik. Sohbetlere, mitinglere, cemaatlere, zikirlere de katılırdık…
Bir esnaf hacı amcamız, bizi sürekli tarikatının zikrine davet ederdi. Sesli zikir yapılan dergâha, hacı amcanın ısrarı ile bazen giderdik. Hem manevi bir atmosfer yaşardık hem de sesli zikir hoşumuza giderdi.
Bu esnaf hacı amcamız bizi ne zaman yakalasa, neredeyse zorla, zikirlere götürürdü. Bizi şeyhinden “el alma” konusunda ikna etmeye çalışırdı. Şeyhinin kerametlerini de sık sık anlatırdı.
Bir an önce bitsin dediğimiz, bitince en çok özlediğimiz yıllar olan lise yılları çabuk geçti. Okul hayatı bitip, hayat okulunda yol almaya başladığımız ilk aylarda, kendimizi sorgulamaya başladık.
Yüreğimize ekilen iman tohumları çatlamaya başladı. Temel dini bilgilerimiz doğrultusunda, daha dikkatli daha hassas bir hayat sürmemiz gerektiği düşüncesiyle, kendimizi sorgulamaya ve yetiştirmeye başladık.
Bir gün, bizi sürekli tarikatının sesli zikrine davet eden hacı amcamızla, onun işyerinde oturuyorduk. Söz döndü dolandı ticaret kurallarına geldi. O gün, o esnaf hacı amcam öyle bir cümle kurdu ki, aradan yıllar geçmesine rağmen hiç unutmadım. İçeri girip çıkan müşterilerine, bir şeyler satabilmek için bir sürü laf eden hacı amca, bir ara bize dönüp, “Vallahi billahi yalansız ticaret yürümez!” dedi.
Gençlik yıllarımın ilk şokunu o gün yaşadım. Nerden bilirdim, o şoktan daha büyük hayal kırıklıklarının beni beklediğini.
Dindarların İş Ahlakı!
Üniversite bitip, iş hayatına başlayınca, hep “bizden” olan işverenlerle çalıştım. “Bismillah!” diyerek kurdele kesmişler, işyerlerini açarken. Kimisi “Allah rızası ve ümmetin geleceği için!” diyerek, hayır paraları toplayıp kurulmuş kurumlar.
Kurum isimlerini, yöneticilerinin adlarını buraya yazacak değilim. Ben, şahıs ve kurumları değil, şahsiyet ve kişilikleri göz önüne serme niyetindeyim. “Sende mi Brütüs!” lafını o kadar sık kullanmak zorunda kaldım ki… Şeytana pabucunu ters giydirecek hile ve aldatmaları, alnı secdede insanların yaptığını görmek, bana her şeyi yeniden sorgulatırdı.
Makamların Bozduğu Adamlar!
Gençlik yıllarımızda bizi sohbetlere, konferanslara davet eden birçok büyüğümüz, yıllar içinde birçok yüksek makama geldiler. Solcuların yediği rüşvet hakkında bizi “Rüşvet alan da veren de melundur” hadisiyle bilinçlendirmeye çalışan büyüklerimizin önemli bir kısmı, makama gelince, rüşvetin adını ihale komisyonu olarak değiştirdiler.
Ellerinde hiçbir yetkileri olmadığı dönemlerde bizi sohbetlere davet eden birçok büyüğümüz, makama gelince kendileri bile, herhangi bir sohbete katılmaz oldular.
Elimi attığım dallar kırılmaya, güvendiğim dağlara kar yağmaya başlayınca, “Kur’an’dan başka tutunacak dalın olmadığı” gerçeğini yeniden hatırladım. Kur’an’ı anlamak için daha çok meal – tefsir okumam gerektiğini düşünerek, Kur’an merkezli bir bakış açısı edinmeye çalıştım.
Dindar İnsan Yetiştirme Mantığımız Sorgulanmalı.
“Dindar bir insan yetiştirmek!” denilince, her yerde aynı klasik süreç takip ediliyor. Evde, okulda, camide, dergâhta, cemaatte… Süreç hep aynı. Önce “Allah bir!” demeye alıştırılır çocuklar. Sonra Kur’an elifbası öğretilir. Namaz sureleri ezberletildikten sonra, yasin, tebareke, amme cüzleri ezberletilir. Özellikle hafız olmasını sağlayabilmişse aile, en büyük başarıyı elde etmiş olmanın mutluluğunu yaşar.
“İslam’ın şartı beş!” diyerek, şahadetle başlayıp, namaz, oruç, hac ve zekât merkezli bir din anlatılır.
“Namaz, dinin direğidir!” Hadisi merkezli, beş vakit namaz kılmaya alıştırabilmek için çok büyük çaba sarf edilir. Genç, beş vakit namaz kılıyorsa, artık din eğitiminin zirvesine ulaşmış bir insan yetiştirmiş oluyoruz. Veya öyle sanıyoruz…
Bu süreç, cemaat ve tarikatlar dahil, tüm dindarlarda neredeyse bu çerçevede ilerliyor. Beş vakit namaz kılan, parası varsa hacca giden, Ramazan orucunu mutlaka tutan bir Müslüman, hayatın diğer alanlarında “Müslüman’ca” duruşlar göstermiyorsa, ortada çok ciddi bir problem var demektir.
Kurtuluş, Okunan Değil, Anlaşılan ve Yaşanılan Kur’an’da.
- Yüzyılın yaralarına, Kur’an’dan ilaçlar bulunamıyorsa, ya Kur’an eksik ve yanlış bir kitap, ya da Kur’an perspektifinden hayata bakan bizlerin Kur’an ile kurduğu ilişkide bir problem var.
İnsanlığın yaralarına merhem olacak tüm ilaçların, Kur’an’da var olduğuna inanmış bir Müslüman olarak, Kur’an’la kurduğumuz ilişkiyi yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini düşündüğüm için böyle bir kitap çalışması yaptım.
Namazını Allah ile kılıp, Ticaretini şeytan ile / şeytanca yapan Müslümanların çoğalmasının sebebi, Kur’an alfabesini öğrenip, Kur’an Ahlakını ihmal etmiş olmamızdır.
Orucunu Allah ile tutup, akşama kadar ağzına lokma koymayan, teravih namazını geçirmeyen insan, komşusundan aldığı borç parayı geri ödemiyorsa, midesini boş bırakması, susuzluğa dayanması, teravih namazını kaçırmaması onu kurtarır mı?
Zekât verirken, Allah için verdiği halde, verilen zekâtları alanların yüzüne vururcasına verenlerin, ismini mermere yazdırıp, cami duvarına astıranların yaptığı hayırların ne kadar zekât sayıldığı düşünülmeli.
Hacca gitmeyi ihmal etmediği halde, akraba ve komşularının sıkıntılarına destek olmayan, Mekke’ye kadar gidip, komşusuna uğramayan Müslümanların çok olmasının sebebi, Kuran Ahlakını ihmal etmiş olmamızdır.
Mevsim Müsait!
“Biz bu dönemde bu millete hizmet etmek için çalışmazsak bir daha çalışamayız!” demişti bir yetkili bana. Bu bakış açısıyla yaptığı çalışmaları gözlerimle gördüm. Ancak maalesef birçok büyüğümü, makam koltuğunda uyurken gördüm.
Cumhuriyet tarihi boyunca, din adına adım atmak isteyenlerin önlerine hep dikenler serildi. Durduramadıklarını hapse atarak susturmak istediler. Ahırlarda, gizli mahzenlerde Kur’an eğitimi vererek, bu ülke insanının Kur’an’la ilişkisini ayakta tutmaya çalışanların mücadelesini çok dinledim. Ölümü göze alıp tebliğ hizmetini devam ettiren büyüklerimizin hayat hikayelerini hem dinledim hem de okudum. Cumhuriyet tarihi boyunca, 2000’li yıllardaki kadar rahat nefes alındığı bir dönem yaşamadı dindarlar. Ancak buna rağmen rehavet içinde olunmasının sebebi üzerine kafa yormak gerektiğini düşünüyorum.
Ellerinde yetki yokken rüzgâra karşı kürek çekenler, rüzgârı arkalarına alınca, neden sağa sola savruldular? “Makam sahibi olup, ellerine para geçince bozuldular!” cevabı kısmen doğru olabilir. Ancak ben “Kur’an alfabesi öğretmek için gösterilen çabanın, Kur’an ahlakı öğretmek için gösterilmediği” gerçeğine dikkat çekmeyi tercih ederim. Bugünün sorunları, geçmişin yanlışlarından kaynaklanıyor.
Eleştirin! Yeter ki Düşünün!
Birçok yazım, farklı zamanlarda yazıldığı için, bazı cümleler ve benzetmelerde tekrar edilen vurgular vardır. Kitabı baskıya hazırlarken, tekrarları fark etmiş olsam bile, elemek istemedim.
Kitabımda yayınlanan yazılarımın önemli bir kısmını, kişisel web sitemde ve birçok haber sitesinde yayınladığımda, çok ciddi eleştiriler almıştım. Yazılarıma yöneltilen her türlü eleştiriyi ciddiye alırım. Ancak, üzülerek ifade etmem gerekir ki, cahilce ve olaylara at gözlüğü ile bakılarak yapılan eleştiriler, ciddi ve yol gösterici eleştirilerden daha çok oldu.
Olumlu ya da olumsuz, tüm eleştiri ve değerlendirmelerinizi www.saitcamlica.com adlı kişisel sitemden tarafıma ulaştırabilirsiniz.
Sait ÇAMLICA