Cemaat ve tarikatlarla ilgili eleştiri yapılırken “Şeyh uçmaz, müritleri uçurur” diye bir eleştiri yapılır. Bunu bazen eleştirmek için bazen de tarikatın başındaki adamları korumak için söylerler. Tarikatın tepesinde bulunan kişi veya kişilerin aslında iyi niyetli olduğunu, cahil müritlerin gereksiz övgüleri olduğunu anlatmaya çalışırlar. Durum gerçekten öyle mi? Durumun bu kadar basit olmadığını hepimiz biliyoruz. Hatta aşırı tevazünün, dev gibi kibir dağlarını en iyi saklama yöntemi olduğunu da biliyoruz. Ancak Said Nursi’de durum biraz daha karmaşık.
Said Nursi’nin kitaplarında kendisi ve Risaleleri ile ilgili yazdıkları “Kendini uçuran Şeyh!” hikayesi gibidir. Kendisini ve yazdıklarını o kadar yüceltiyor o kadar övüyor ki, müritlerinin Said Nursi’yi uçurmak için herhangi bir çaba sarf etmelerine gerek kalmıyor. Nurcu müritlere düşen tek görev, Said Nursi’nin bu saçmalıklarını övmek ve savunmaktır. İnternette açtıkları sayfalarda yazdıklarını okurken “Bunun adı savunma değil kıvırma” demek zorunda kalıyorsunuz.
Psikiyatri Nasıl Yorumlar?
II.Abdülhamid tarafından akıl hastanesi yatırılan Said Nursi aleyhinde yazılan ilk kitaplardan birisi, Prof. Neda Armaner tarafından kaleme alınmış. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları arasında çıkan, 1964 yılında Milli Eğitim Basımevi tarafından basılan kitabın ismi “İslam dininden ayrılan cereyanlar” üst başlığı ile yayınlanmış. “Nurculuk” adıyla devlet tarafından basılan bu kitap çok bilinmez.
Bu kitapta yapılan eleştirilerin ciddiyetini anlamak açısından, kitabın içeriği kadar kitabın yazarı da önemli. 1920 – 2022 yılları arasında yaşamış olan Prof. Neda Armaner hem Hukuk eğitimi almış hem İlahiyat Fakültesi mezunu bir akademisyen. Ankara İlahiyat Fakültesinin ilk mezunlarındandır.
1960 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde asistan olarak akademik hayata başlayan Prof. Neda Armaner “İnanç ve Hareket Bütünlüğü Bakımından Din Terbiyesi” isimli asistanlık teziyle 1963 yılında din psikolojisi alanında Türkiye’de ilk ‘bilim doktoru’ unvanını aldı. Bu yıldan itibaren Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde doktor asistan olarak çalışmaya başladı. Uzun bir süre Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Psikoloji ve Din Psikolojisi Bölümü’nde Prof. Hilmi Ziya Ülken’in asistanlığını yaptı. “Psikopatoloji’de Dini Belirtiler” isimli doçentlik teziyle 1972 yılında doçent unvanını aldı. 1982 yılında profesör unvanını aldı.
Parafreni Hastası mı?
Doçentlik tezini “Psikopatoloji’de Dini Belirtiler” konusunda yapmış olan Prof. Neda Armaner, Said Nursi’nin Parafreni hastası olduğunu yazıyor kitabında. Parafreni Şöyle tarif ediliyor; paranoid şizofreniyle paranoya arası bir haldir. Dış dünyadan kopma ve megalomani başlıca göstergeleridir. Prof. Neda Armaner bu teşhisi yapmadan önce, Said Nursi’nin tüm kitaplarından alıntılar paylaşıp yorumluyor. İlahiyat eğitimi almış birisi olmasından dolayı, din adına uydurduğu ve saçmaladığı birçok konudan bahsediyor. Said Nursi’nin sürekli kendini ve yazdıklarını övmesi, kendisinin ve yazdıklarının müjdelendiğinden bahsetmesi gibi olaylardan dolayı şunları yazmış Prof. Neda Armaner;
“Bu tarzdaki sözleri, akıl hastanesinden çıkmış biri söyleyebilir. Zira Parafreni’nin klasik belirtilerinden sayılan sanrılar, halüsinasyonlarla obsession dediğimiz büyüklük kompleksine bu kabil hastalarda sık rastlanmaktadır. Paranoid şizofreni teşhisiyle, mistik hezeyanlar gösterenlerin en bariz bir özelliği de çok konuşmaları yahut hiç konuşmamalarıdır. Bunlar çok kere şeyhlikten başlayıp peygamberlik ve daha ileri iddialara varırlar. (…) Büyüklük hezeyanına velilikten başka diğer bir örnekte kendisinin alimler alimi, filozoflar filozofu ve bilhassa bu gün için, İslam aleminin muhtaç olduğu yegane insan olarak vazife görmesidir. (…) Asr-ı Saadettekiler hariç İslam alemi böyle büyük bir alim yetiştirmemiştir. İbni Sina’yı, İbni Rüşd’ü ve Farab’yi dahi geride bırakmıştır.”
Önemli Sorular
Asıl önemli soruya geleyim. II.Abdülhamid tarafından akıl hastanesine yatırılan Said Nursi, nasıl oldu da Anadolu’da bu kadar dal budak salabildi? Rejim değişikliği, Cumhuriyetin kuruluşu gibi birçok devrimin yaşanmasından sonra, Cumhuriyet tarihinin ilk İlahiyat Profesörlerinden birinin resmi kurumlara verdiği raporlar neden unutuldu? Tımarhane’de yatmış birisini, kitaplarında hastalıklı fikirleri yazmış birini kim, nasıl ve neden “Bediüzzaman” olarak millete anlatmaya ve okutmaya devam etti?
Bu ve benzeri soruların cevaplarını dert etmezseniz, birçok akıl hastasını “Bediüzzaman” sanmaya, kendisini “kainat imamı” olarak pazarlayanlara kanmaya devam edersiniz.