Kadere İman konusu, bugün olduğu gibi, İslam tarihi boyunca da çok tartışılmış. Emeviler döneminde iktidarlarını pekiştirmek isteyen yöneticiler, “Başınıza gelenler kaderinizdir. Öyleyse susun ve itiraz etmeyin.” diyerek tüm itirazları bastırmışlar. O günden bugüne kadar güç sahipleri bu fetvayı (!) hep kullanmış, imanın şartı gibi anlatmaya devam etmiştir. O günlerde Emevi devletinin yöneticilerine itiraz edenler olduğu gibi, bugün de aynı itirazları yapanlar var. Ancak hâlen din eğitimi veren kurumların neredeyse tamamında, kadere iman başlığı imanın şartı olarak çocuklara ezberletiliyor.
İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un tembelliğe sürükleyen kader inancına dair şiirinin tamamını bu yazının sonuna ekleyeceğim ama en anlamlı mısralarından birisini buraya da alayım:
“Çalış!” dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Sünnî İslam!
İmanın şartları başlığı ile internet araması yaptığınızda, wikipedia gibi sayfalarda “Sünnî İslam’a göre İmanın şartları” olarak anlatılıyor altı madde. Yani kader inancı Kur’ana ve İslam’a göre değil, geleneksel Sünnî inanca göre öğretiliyor. Kadere iman etmeyenlerin dinden çıkacağını söyleyenlere “Allah’ın dininden değil Sünnî İslam anlayışından çıkmış oluruz.” derseniz bile, size İslam’dan çıkmış muamelesi yapmaya devam ederler.
Sünnî İslam geleneğinin ezberleri bir tarafta, Şia İslam geleneğinin ezberleri diğer tarafta duruyor. İslam coğrafyasında ağırlıklı olarak bu iki gelenek kabul görüyor. “Dinimizin ana kaynağı Kur’an’dır.” diyenler, bu konuda Kur’an âyetlerinin ne söylediğini öğrenerek karar veriyorlar. Kur’an âyetleri ve peygamber kıssaları üzerinde düşünmeye başladığınızda nelerle karşılaşacaksınız?
Kaderci Şeytan
Kur’an’da insanın yaratılışı ve şeytanın insanı yoldan çıkartmasının anlatıldığı âyetler var. Bu âyetlerin sonunda Şeytan şeytanlığının suçunu Allah’a atar: “Rabbim, madem sen beni yoldan çıkardın, ben de onları saptırmak amacıyla senin doğru yoluna oturacağım.” (Araf Suresi 16) Şeytana haklı diyebiliyor musunuz? Bilinçli olarak yaptığı hatanın suçunu kadere yüklemek şeytanlıktır.
Allah’ı Suçlamak
Putperestler diyecekler ki: “Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram saymazdık.” Onlardan öncekiler de aynı şekilde yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: “Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi mi var? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece temelsiz bir tahminde bulunuyorsunuz. (Enam Suresi 148)
Bu âyet mealini Diyanet İşleri Başkanlığı sitesinden aldım özellikle. Bir ortaokul öğrencisine bu cümlelerden ne anladığını sorsanız, size, aklı başında her insanın vereceği cevapları verir. Geleneğin virüsleriyle zihin algıları çalışmaz hâle gelmiş olanlar hariç, her insan Kur’an meali okuduğunda, kader inancının topluma yanlış öğretildiğini anlar. Düşünebiliyor musunuz, putperestler putperest olmalarının suçunu bile Allah’a atıyorlar.
Peygamberlerin Kaderi
Kuran’da kıssaları anlatılan Peygamberlerin hayatlarını inceleyen, bu âyetlerde verilen mesajlardan not almaya başlayan herkes onların da tıpkı bizler gibi imtihan edildiklerini anlayacaktır. Hata yapan, tövbe eden peygamber kıssalarında hiçbir peygamber hatalarını kaderi suçlayarak açıklamamıştır.
Şeytana uyduğuna pişman olan Hz. Âdem “Kaderim buymuş!” dememiştir. Hatasını kabul ederek nefsine zulmettiğini itiraf ederek tövbe etmiştir.
“Böylece ikisini de ayartmış oldu. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara, ‘Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylemedim mi?’ diye seslendi.”
“Dediler ki: Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” (Araf 22-23)
Kader Mahkûmu mu?
Cezaevlerinde yıllarca mahkûm eğitimleri verdim. Yanlış kader inancı topluma öyle bir yerleşmiş ki, cinayet işleyip hapis yatan insanlara bile “Kader Mahkûmu” deniliyor. Aslında suç işlemeyecektiler ama Allah onların kaderine cinayet, hırsızlık, gasp, uyuşturucu tüccarlığı yazdığı için hapse girmişler! Buna inanan var mı? Gasp ve hırsızlık suçlarından yatan bir mahkûm grubuna konuşma yaparken içlerinden bir tanesi konuyu hayat şartlarına getirmiş, neredeyse mecburen banka / kuyumcu soyuyoruz noktasına taşımıştı. İçlerinden başka bir mahkûm ise “Sen onlara bakma hocam. Biz alışmışız senin gibi adamların bir ayda kazandığı parayı bir gecede harcamaya. Dışarıya çıkınca da rahat duramıyoruz.” demişti. Başka bir ifadeyle nefsine uyduğunu itiraf ediyordu.
Benzer bir kıssa Hz. Mûsâ’nın hayatında vardır. Kur’an’da o âyetler şöyle:
Mûsâ yetişip olgunlaşınca, ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle ödüllendiririz.
Mûsâ, ahalisinin fark edemeyeceği bir vakitte şehre girdi. Orada, biri kendi halkından, diğeri düşmanı olan taraftan iki adamın birbirleriyle kavga ettiğini gördü. Kendi halkından olan kişi, düşman taraftan olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine Mûsâ ötekine bir yumruk vurup ölümüne sebep oldu; sonra şöyle dedi: “Bu şeytanın işidir; o gerçekten ayartıcı ve apaçık bir düşman!”
“Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim; beni bağışla!” Allah da onu bağışladı. Çünkü O, gerçekten çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir.
Mûsâ, “Rabbim! Bana lütfettiğin nimetler hakkı için suçlulara asla arka çıkmayacağım” dedi. (Kasas Suresi 14,15,16, 17)
Hz. Mûsâ kader kurbanıyım, kader mahkûmuyum demiyor. Hz. Mûsâ’da yaptığı yanlışın farkındadır. Ama “benim kaderime bu cinayeti sen yazdım Allah’ım” diye isyan etmiyor. Şeytana uyduğunu, nefsine (kendisine) zulmettiğini itiraf ediyor.
Kader Yazılım Değildir
Bugün ezberletilen kader inancı, birçok insanın anladığı gibi, olan biten her şeyin önceden yazılmış olduğu anlamındadır. Sanki Allah yarattığı her kuluna, bir bilgisayar programına yazılım yükler gibi bir hayat (kader) yüklemiş, bizlerde o hayatı yaşıyormuşuz gibi anlatılıyor kader inancı. Böyle inanmaya devam ederseniz “Kaderime zina yapmayı yazan Allah, kendi yazdığı günah yüzünden beni neden yakıyor, neden cezalandırıyor?” diyen gençlere cevap veremezsiniz. “Yaşadıklarım yazılmış kader ise, ödülü de hak etmiyorum cezayı da!” diyen gençlere verecek cevabınız var mı?
Kader Kadardır
Kader çalıştığımız kadardır gençler. Kader kendinize hâkim olabildiğiniz kadardır. Kur’an’da kader kelimesinin geçtiği tüm ayetleri inceleyin. Kur’an mealini okumamak kader değildir. Şeytan Allah’ı kandıramadı. Mekke müşrikleri Allah’ı kandıramadı. Kadere imanın, iman şartlarından olduğunu anlatanlar da Allah’ı kandıramadı.
Okudukça göreceksiniz ki; kader diye diye sizi tembelliğe alıştırdılar. Bu gerçeği yüz yıl önce, kendine has diliyle anlatmış Mehmet Akif Ersoy:
O ihtişamı elinden niçin bıraktın da,
Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
“Kadermiş!” Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru:
Belânı istedin, Allah da verdi… doğrusu bu.
Talep nasılsa, tabiî, netice öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?
“Çalış!” dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmil edince defterini;
Bütün o işleri rabbim görür; vazifesidir…
Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfine bak!
Onun hazîne-i in’âmı kendi veznendir!
Havale et ne kadar masrafın olursa… Verir!
Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen O;
Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek,
Senin hesabına küffârı hâk-sâr edecek!
Başın sıkıldı mı, kâfî senin o nazlı sesin:
“Yetiş!” de, kendisi gelsin, ya Hızr’ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: bakacak;
Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın o;
Çoluk çocuk O’na âid; lalan, bacın, dadın O;
Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdîr-i veznen O;
Alış seninse de mesûl olan verişten O;
Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lâzım imiş… Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O,
Tabîb-i âile, eczâcı… Hepsi hâsılı o.
Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu!
Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cürete… Ha?
……….
Mehmet Âkif Ersoy
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar