Bir zamanlar Anadolu’da çok yaygın olan bir gelenektir, imama zekat toplama geleneği. ‘Fetvaların mevsimi olur mu?’ başlıklı yazımla anlatmak istediğim bakış açısı için, en güzel örneklerden birisidir.
Dedemin babası da, kendi köyü ve komşu köylerde bu şekilde hocalık yapmış imamlardan birisiymiş. 1930’lu yıllarda, köylerde namaz kıldırmayı bilen insanın bile çok az kaldığı dönemlerde, namaz kıldırmak, cenaze yıkamak ve duaları okumak için az da olsa bilgisi olanlardan yardım istenirmiş.
Vakit namazları, Cuma namazları, cenaze yıkama ve defin işleriyle uğraştıkları için, çiftçilik adına yapmak zorunda oldukları işler aksarmış. Bu mağduriyeti giderme adına, o dönemin hocaları ‘zekâtlarınızı imamlara verin!’ diye fetva vermişler. O dönem verilen zekât, para değil, tarladan çıkan mahsul imiş. Aşlık, bulgur, fasulye, nohut gibi mahsullerden imamlara pay verilir, imam ihtiyacı olanı saklar, fazlasını satıp diğer ihtiyaçlarını alırmış.
Mevsim değişti
Bir zamanlar devlet memuru bile sayılmayan imamlar, son yıllarda altın çağlarını yaşıyorlar.
O dönem için doğru olan fetva, yaşadığımız dönem için yanlıştır. Devletten hiç maaş alamayan imama zekât vermek caiz iken, devletten maaş alan imama zekât vermek caiz değildir.
Şartlar, mevsim değişince, fetva da değişiyor. İşine geldiği için bu gerçeği görmemezlikten gelip, köylünün verdiği zekât parasını yiyen imam, fakir fukaranın hakkını yiyor, kul hakkı yiyor.
Zekât alacak değil, zekât verecek konumda olduğu halde, nefsine hoş geldiği için bu parayı yemeğe devam eden imam, bu fetvayı yıllar önce vermiş olan hocaların arkasına saklanma kurnazlığı yapıyor.
‘Cahil insanı kandırabilirsin, ama Allah’ı kandırmazsın’ gerçeğini unutturuyor şeytan.
Müslüman dinini bilmeli. Kendi dini hakkında bildikleri, başka mevsimlerde yaşamış hocaların anlattığı kadar olmamalı. İlk emrin ‘oku’ olmasının, ilmin, kadın – erkek her Müslüman’a farz olmasının sebebini anlamaya ve anlatmaya mecburuz.