Toplumun düşüncelerini yönetmek ve yönlendirmek için hepimizin kullandığı sosyal medya hesapları kadar, televizyon dizileri ve haber bültenleri de çok etkili.
Televizyonsuz bir evde yaşamanın ne kadar güzel bir şey olduğunu, çay içip muhabbet etmek için gittiğim berberde haber izlerken daha iyi anlıyorum. On dakika içerisinde verilen felaket haberleri, insanın psikolojisini bozacak veya olumsuzluğu normal görecek kadar yoğun.
Karısını bıçaklayan adam, komşusunu boğan kadın, kedinin bacağını kesen cani, soygun yaparken kameraya yakalanan hırsız haberleri dışında bir haber vermeyecekler utanmasalar. Haber bültenleri şiddet, hırsızlık, gasp ve cinayet haberleriyle başlıyor. Bu ülkede hiç iyi şeyler olmuyor mu?
Gazetecilik Kuralı
Gazeteciler yetiştirilirken “olumsuz ve ilgi çekici haber avlama” gözlüğü ile yetiştiriliyor. Bu gözlükle yetişen haberciler, olumlu ve faydalı haber değil olumsuz olayları haberleştiriyorlar. Habercilerin öğrendikleri ilk kurallardan birisi “Bir köpek bir adamı ısırırsa bu haber değeri taşımaz. Ancak bir insan bir köpeği ısırırsa bu ilgi çeker ve haber değeri taşır” kuralıdır. Gazeteci yetiştirme kuralı üzerine birileri mutlaka çalışıp bu saçma mantığı değiştirmeli. Bu bölümün ilk okumasını yapan bir arkadaşım “Aslında gazetecilik eğitiminde böyle bir kural yok. İş hayatına başlayınca patronları tarafından bu hâle getiriliyorlar” dedi.
Neyi Sularsanız…
İnsanlık tarihi boyunca her zaman hem iyi şeyler hem kötülükler varolmuştur. Kıyamete kadar bu böyle devam edecek. Herkes hangi tarafta olduğuna kendisi karar verecek. Bizim medyamızın sorunu, sürekli olumsuz haberleri manşete çekiyor olmasıdır. Kötülükleri haber yapmak, kötülüğü sulamaktır. Neyi sularsanız onu çoğaltırsınız. Sadece olumsuz haberleri öne çıkartan haberciliği sorgulamak ve buna gerekirse yasal değişiklikler ve yaptırımlarla tedbir almak zorundayız.
Batı medyası kendi milleti hakkında bu kadar çok olumsuz haber yayımlamaz. Çünkü kötülükleri haber yapmanın kötülüğü sulamak ve çoğaltmak olduğunu bilirler.
Şu Siteye Sakın Girmeyin!
Yıllar önce, burada adını anmak istemediğim bir ahlâksızlıkla ilgili haberler verildi televizyonlarda. Birçok haber kanalı “sakın arama motorlarında bunu aramayın” diye haberler yayımladılar. Birkaç gün sonra şöyle bir haber yayınlandı; “En çok arama yapılan konu, sakın aramayın diye uyardığımız konu oldu.”
“Sakın aramayın, sakın izlemeyin” diye haberleştirmek, gizlice reklamını yapmaktır aslında. “Periscope” adlı bir canlı video yayımlama uygulaması da böyle bir ahlâksız habercilikle meşhur edilmişti. “Ahlâksız adam, Periscope canlı yayında tecavüz etti sevgilisine” diye haber yapıldıktan sonra, Periscope uygulamasını indirenler birkaç kat daha arttı!
Erkekler Canavar!
Kadına şiddet haberlerinin yoğun olarak işlendiği günlerde, kadına şiddet olayları azalmadığı gibi artıyor bile. Kadına yönelik şiddete haberler, bazen öyle abartılı bir şekilde yer veriliyor ki, bir erkek olarak bile sokağa çıktığınız zaman, sanki bütün erkekler eşlerini döven canavarmış gibi düşünmeye başlıyorsunuz. Erkeklerin belki sadece %5’i eşine şiddet uygularken, tüm erkekler böyleymiş gibi haberler veriliyor.
Aynı şey tüm olumsuz haberler için geçerlidir. Emniyet şeridini ihlal eden üç tane aracı manşete çekerken, emniyet şeridini ihlal etmeyen üç yüz arabayı görmüyorsunuz.
Hayvana Eziyet Haberleri
Sokaklarda yaşayan hayvanlarla ilgili o kadar sık ve ajite edici haberler yapılıyor ki, sokakta herkes hayvan tekmeliyor, kedi boğazlıyor sanırsınız. İnsan elbette her canlıyı sevmeli, ancak hiçbir sevgi insan sevgisinden daha önemli olmamalı. Bir köpek tarafından ısırılıp hayatını kaybeden 14 yaşındaki çocuk, sokakta tekmelenen köpek kadar dikkat çekmiyorsa, birçok şeyi yeniden sorgulamak zorundayız. İnsan sevgisi olmayanın hayvan sevgisinin yapmacık olduğuna inanırım ben.
Hayvan sevgisi bazı insanları insanlıktan çıkartıyor. Sosyal medya hesaplarımdan birinde insana saldıran köpeklerden çok, köpeklere saldıran insanların manşete çekilmesini eleştirmiştim. Bu eleştirimin altına, neredeyse ölen çocuğu ve civarda hayvanları sevmeyen insanların suçlu olduğunu iddia eden yorumlar bile yapıldı. Bu yorumları yapan insanların sosyal medya hesaplarını incelediğimde gördüm ki, hepsi sürekli hayvan resimleri ve hayvan sevgisi paylaşan insanlar. İnsan sevginize ne oldu sizin?
Bu meseleyi konuştuğumuz bir öğretmen arkadaşım, kendi okulunda bir Rehber öğretmenin sözünü benimle paylaştı. Bayan Rehber öğretmen “Denize bir çocuk ile bir kedi düşse, sadece birisini kurtarma imkânım olsa, ben kediyi kurtarırım” demiş. Aynı öğretmenin, odasındaki kedilerle ilgilendiği kadar okulundaki öğrencilerle ilgilenmediğini tahmin edersiniz.
Sosyal Baskı
Sosyal ve görsel medya yoluyla yapılan baskı, insanlarımıza, hayvanları insandan daha çok önemsemeyi aşılıyor adeta. Bazı belediyeler bu sosyal baskıdan öyle etkileniyor ki, sokak çocukları için değil sokak köpekleri için yatırım yapıyorlar. Haber siteleri, insan için yapılan yatırımlardan daha çok hayvanlar için yapılan yatırımları manşete taşıyor.
Sorumlu Habercilik
Sorumlu habercilikten bahsedildiği zaman hemen “Basın Özgürlüğü” diye ortalığı ayağa kaldıranlar “özgürlük ahlâkı ve çerçevesi” üzerine yeniden düşünsünler. Özgür habercilik, erkekleri canavar gibi göstermek değildir.
Özgür habercilik, bir olayı lanetliyormuş gibi görünüp reklamını yapmak değildir. Özgür habercilik, hayvan sevgisini anlatırken insan sevgisini unutturmak değildir.
1990’lı yıllarda, özel televizyon kanalları çoğalınca, televizyonda görünmek isteyen birçok insanın farklı şovları haber olurdu. Kameraları görünce soyunanlar, kamera görünce şarkı söyleyenler, hatta bir ara boğaz köprüsünde intihar şovu yapıp ana habere konu olanlar bile çoktu. Boğaz köprüsünde intihar şovu yaparak haber olmak isteyenlerin sayısı, boğaz köprüsünde intihar şovu yapanların haber olamaması ile azaldı. O dönem bazı duyarlı televizyoncular, boğaz köprüsü intihar şovlarını haber bültenlerinde yayımlamama kararlarını bile duyurmuştu.
Toplum Ahlâkı
Kadına şiddet, hayvanlara eziyet, aile içi vahşet gibi haberler ne kadar çok verilirse o kadar çok artıyor. Bu haberleri azaltmak, sorumlu haberciliğin gereğidir. Aksi takdirde haber ahlâkının ahlâksızlığı, toplum ahlâkını daha çok bozmaya devam edecek.
AİDS Hastalığından Şikayetçi Olup LBGT’yi Savunma Tutarsızlığı!
AIDS Hastalığının ilk kez duyulduğu yıllarda tıp camiası bu yeni hastalığa GRID (Gay Related Immun Disordet) yani Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu adını vermişti. Fakat daha sonraları eşcinsellik yanlısı lobilerin baskısı sonucu hastalığın ismi AİDS (Edinilmiş Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) olarak değiştirilmiş. Yıllarca televizyonlarımızda eşcinsel mizacı sahip sanatçı ve sunucuların gösterilmiş olması, Türkiye gibi Müslüman bir ülkede eşcinselliğin çoğalmasına sebep olmuştur. Bu isimler arasında en meşhur olanlar Zeki Müren, Bülent Ersoy gibi sanatçı ve bazı program sunucularıdır.
Ahlaksızlığı ve eşcinselliği normal göstermek için o kadar profesyonel tuzaklar kuruluyor ki, konuya özel ilgisi olanlar dışında bu tuzağı fark eden pek çıkmıyor. Çok izlenen filmler arasında sıkıştırılmış profesyonel sahnelerle bunu yapıyorlar. Filmlerdeki bu tuzağa Sayın Mücahit Gültekin “Algı Yönetimi ve Manipülasyon” kitabında dikkat çekiyor.
Örneğin Kabadayı filmindeki eski bir kabadayı olan Ali Osman yani Şener Şen, eski kabadayı arkadaşları tarafından ihanete uğrarken, Sürmeli lakaplı eşcinsel karakter Ali Osman’ı vermemek için canını feda etmektedir. Özellikle Sürmeli’nin Devran (Kenan İmirzalıoğlu) tarafından vurulduğu sahnede geçen diyaloglar çok etkileyicidir. İzleyici bu sahnede “şu kabadayıların hepsini toplasan bir Sürmeli etmez” demekten kendini alamamaktadır. Eşcinsel propagandası yapan bütün filimler de olduğu gibi bu filmde de sürmeli karakteri oldukça insancıl, yardımsever, mert, derdini içine gömen, vefalı, sempatik bir karakter olarak sunulmuştur. Mesaj çok açıktır: Böyle erkek kabadayı olmaktansa Sürmeli gibi eşcinsel olmak daha iyidir.
Eşcinsel karakteri canlandıran Sürmeli, vurulmadan önce öyle bir cümle kurar ki, filmin en can alıcı ve gençlerin en çok aklında kalan cümlelerden birisi olur. O cümle şudur; “Bendeki g*t hiçbirinizde yok da ondan!”
Mücahit Gültekin’in dikkat çektiği ikinci örnek, Güneşi Gördüm filmidir. 40 yıl boyunca PKK gibi bir problemle mücadele etmiş Anadolu insanı, Türk-Kürt kavgasından çok büyük sıkıntılar çekmiş. Bu sıkıntı toplumda bir yaraya dönüşmüştür. Böylesi bir sıkıntıyı yaşamış insanlardan birisi olan Kürt kökenli yönetmen Mahsun Kırmızıgül, “Güneşi Gördüm” isimli bir film çekmiştir. Bu filimde Kürt-Türk kavgasının toplumda açtığı yaraları, özellikle aile içersinde açtığı yaraları çok güzel örneklerle işlemiştir. Ancak böylesi bir filmde eşcinsellik propagandası o kadar profesyonelce filmin arasına yerleştirilmiş ki, filmin en duygusal sahnelerinden bir tanesi, toplumsal yaramız olan eşcinsellik meselesidir. Öyle ki normal bir şey olduğunu gösterme çabası içinde olunan sahneye yerleştirilmiştir. Filmde travestiyi canlandıran Kadri yani Berfin, kardelen çiçeğinin güneşe âşık olduğunu ama güneşi gördüğü anda öldüğünü anlatır. Yani cesaretin ne kadar önemli olduğunu, inandığın şeyi yapmak için ölmeyi göze alman gerektiğini vurgular. Kadri de abisi tarafından vurulduktan sonra, gökyüzünde güneşi görecektir. Zaten Avrupa ülkeleri için hazırlanan afişinde, Türkiye’de kullanılan afişlerden farklı olarak Kadri’nin kadın giysileri içindeki fotoğrafı ön plâna çıkartılarak filmin reklamı yapılmıştır. Eşcinsel bir karakterin Kürt sorunu temalı bir film içinde yerleştirilmesi, “eşcinsellik doğuştan gelir” mesajını vermek için kullanılan bir algı yönetimi tekniği olarak görülmektedir. Film “böylesine erkek egemen bir çevrede bir erkek eşcinsel oluyorsa, bu çevresel etkenlerle değil ancak genetik etkenlerle açıklanabilir” alt metni ile seyirciye sunulmaktadır. Filmin sonunda senaristin Kadri için yazdığı “Allah beni böyle yaratmış” repliği, film boyunca devam eden alt metnin seyirci tarafından daha net anlaşılmasını amaçlamaktadır.
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar