Ezber, Sömürgecilerin İstediği Din Eğitimidir

 

Başka yazılarımda ‘Kuransız Müslümanlık Projesi’nden bahsederken, Müslümanların ellerinden Kuran’ı alma projesi yapanların, fiziki olarak Kuran’ı yok etmek değil, anlamından ve verdiği mesajlardan Müslümanları uzaklaştırmak istediklerinden bahsetmiştim. Müslümanların ellerinden Kuran’ı alıp yerine İncil veya Tevrat gibi başka bir dinin kitabını vermeye asla çalışmadılar. İki şey yaptılar her yerde: Birincisi, Kuran’ı anlamadan papağan gibi tekrar edenlerden asla rahatsız olmadılar. Tam aksine bunu ciddi şekilde teşvik ettiler.

İkincisi, Kuran’ı anlamadan okuyanlara, papağan gibi sadece tekrar edenlere, alimlerin yazmış olduğu kitapları anlayarak okumalarını sağladılar. Size de garip gelmiyor mu ‘Kur’an meali okumayın kafanız karışır’ diyenler? ‘Meal aslının yerini tutmaz’ diyenler, alimlerin yazdığı kitapların mealini okuyor ve okutuyorlar. Rivayet kitapları olan hadis kitaplarını anlayarak Türkçe okuturken, Allah’ın kitabını anlamadan Arapça okutmakta ısrar ediyorlar. Hadis kitapları da Arapçadan Türkçeye çevrilen mealler değil mi?

Kendi hocalarının kitaplarını, tercüme edilmiş veya sadeleştirilmiş olsalar bile, anladıkları dilden okuyanlar, Allah’ın kitabını anlamadan, papağan gibi tekrar ediyor, ettiriyorlar.

Müslümanların ellerinden Kuranı alanlar, kiminin eline tespih vererek sadece zikir çekmesini sağlarken, kiminin eline cevşen gibi kitapları vererek sürekli dua tekrarı yaptırdılar. Bazılarının eline Kuran yerine Said Nursi’nin Risalelerini verdiler. ‘Risale okuyanın Kuran okumasına gerek yok, çünkü Kuran’ın en güzel tefsiridir Said Nursi’nin Risaleleri’ diyerek Kuransız Nurcu bir kitle yetiştirdiler. Yirminci asrın en büyük yalanıdır, ‘Risalelerin asrın en büyük tefsiri olduğu’ cümlesi.

Tespih, zikir, cevşen, risale veya mesnevi ile oyaladılar Müslümanları sürekli. Flash Disk’ten farkı olmayan hafızlar, gül kokulu yasin kitapları, Kuran okuyan kalemler, namaz kılmayı öğreten seccadeler, Kuran okuyan mezar taşı, Mevlit geceleri okunan şiirler… Bunların hepsi Müslümanları Kuran’ın mesajından uzaklaştırmak için sömürge güçlerinin şiddetle desteklediği projelerdir.      

Uzun yıllar İslam ülkelerinde görev yapmış olan Fikri Tuna hocanın hatıralarını kaleme almış Prof. Fethi Güngör. ‘Maraş’tan Marakeş’e Fikri TUNA’ kitabı Pınar yayınları tarafından 2019 yılında yayınlandı. Bu kitapta, konumuza dair Fikri Tuna hocanın söylediklerini paylaşıyorum.

(…) Ancak, maalesef, bugün İslam aleminde Kur’an ve Kur’an’a yaklaşım meselesi tamamen değişik bir durum arz etmektedir. Fransa’nın Ortadoğu dış politika görevinde bulunmuş Hanoto (Gabriel Hanotaux 1853-1944), Libya’da yaşayan Senusi hareketini işaret ederek ‘Bu hareket kurutulmadığı ve yok edilmediği müddetçe İslam’ın ve Kur’an‘ın karşısındaki mağlubiyetimiz devam edecektir’ demişti. Hanoto’nun bilhassa Senusi hareketi üzerinde durmasının sebebi, Senusilerin Kur’an’ı yaşama biçimleridir. Senusiler hiçbir zaman başka tarikatlara benzememiş, onlar gibi tekkeci, tembel, kaderci ve Kur’an’ı sadece yüzünden bilen ve onu ticaret metası halinde kullanan bir tarikat olmamıştır. Dolayısıyla gerek Fransızların, gerekse İngilizlerin Senusi hareketine bakışları şu çerçevede şekillenmiştir: ‘Senusi hareketi yaşadıkça Kuran yaşıyor demektir. Kuran yaşadıkça Avrupa hedefine ulaşamamış demektir.’

Peki, Hanoto’ya ve müsteşriklere göre Avrupa nasıl bir Kur’an anlayışı istiyordu? Onların istediği, Kur’an’ı sadece ezberleyen, hükümlerinden hiçbir şey anlamayan, onun manasını bilmeyen, ancak cenaze gibi belirli dini toplantılarda, kabirlerde, ev ve camilerde papağan gibi okuyanların çoğalması idi. Zira böyle bir Müslümanlık onların sömürü düzenine zarar ve ziyan getirmeyecekti. Bu Müslümanlık anlayışı onların sömürü düzenine dokunmayacak, onların kötü düzenlerini yıkmayacaktı. Onların sömürü düzenini baş tacı yapıp, zaten anlamadıkları Kur’an’ın hükümlerini rahatlıkla çiğneyip, sadece Fransızların verdiği kadarıyla iktifa ederek yaşamaya devam edeceklerdi. Fransızların Cezayir halkından istediği buydu.

17 sene boyunca Cezayir’in çeşitli okullarında ve üniversitelerinde ders verirken, Cezayir’i, Fas’ı ve Tunus’u bütün kültürel müesseseleriyle yakından tanıma fırsatını bulduğum için bu üç ülkede din anlayışının sömürge ile ne kadar içli dışlı olduğunu çok iyi bilmekteyim. Şunu çekinmeden ve tereddüt etmeden söyleyebilirim ki; Türkiye de dahil olmak üzere İslam alemin birçok yerinde kurulmuş olan sayı bakımından hayli kabarık bir yekûn teşkil eden bugünkü Kuran kurslarının durumu, Fransa’nın, İngiltere’nin ve İtalya’nın sömürdüğü Müslüman devletlerinin din anlayışı ve tatbikatından çok da farklı değildir. Kur’an kurslarını sadece ezbercilikte bırakan, Kur’an‘ın manasının anlaşılmasını tefsirinin yapılmasını reddeden, onun hükümlerinin tatbike konması önemsemeyen bir anlayış ne İslam anlayışıdır, ne de Kur’an anlayışı. Bu sadece ve sadece Hanoto gibi İslam alemini Kur’an’dan, onun  muhteviyat ve ahkâmından uzaklaştırarak, sadece cenazelerde ezbere okunmasını sağlamak isteyen bir sömürge projesinden başka bir şey değildir. Bu şekilde yetişen gençler Kur’an’ı anlamıyor, onu mal mülk edinmek için kullanıyor. Halk hafızı alim zannedip ona soru soruyor, o da utanmadan bilmediği halde cevap veriyor. (Sayfa 24-25-26)
(….)
Fransızlar aklı başında olan adamlarını ya memleketinden kovar ya ölüdür ya da hapsederken, zaviye şeyhlerine arabalar tahsis eder, hediyeler gönderir, onları taltif eder, onlarla mümkün mertebe iyi geçinmeye çalışırlardı. Bunun sebebi şuydu:

Sömürgeci Fransa Kur’an’ın Cezayirliler tarafından anlaşılmasını istemiyordu. Kur’ani hükümlerin Cezayir’de geçerli olmasını istemiyordu. Kur’an’ın emir ve nehiylerinin tatbikat alanında dökülmesini istemiyordu. Peki, ne istiyordu? Onun istediği zaviyeler şundan ibaretti:

Kur’an’ı sadece ezberleyen, hükümlerinden hiçbir şey anlamayan, manasını bilmeyen, ancak cenaze vb. belirli dini toplantılarda, kabirlerde, ev ve camilerde papağan gibi Kur’an’ı okumaları idi. Zira bu, onların sömürü düzenine zarar getirmeyecekti, onların sömürü düzeninde dokunmayacak, kötü düzenlerini yıkmayacaktı. Onların sömürü düzenini baş tacı yapıp zaten anlamadıkları Kur’an’ın hükümlerini çiğneyip, sadece Fransızların verdiği kadarıyla iktifa ederek yaşamaya devam etmelerini istiyordu.

Nitekim 17 sene Cezayir’in çeşitli okullarında, üniversitesinde öğrenci okuturken, Cezayir’i, Fas’ı, Tunus’u bütün kültürel müesseseleriyle yakından ilgilenme fırsatını bulduğun için bu üç ülkede din anlayışının sömürge ile ne kadar içli dışlı olduğunu çok iyi bilmekteyim.

İsteyen kızsın, şunu söyleyebilirim: Türkiye de dahil İslam âleminin bir çok yerinde kurulmuş olan sayı bakımından hayli kabarık olan Kur’an kurslarının durumu Fransa’nın ve İngiltere’nin ve İtalya’nın sömürdükleri Müslüman devletlerinin anlayış ve tatbikat bakımından durumları neyse aynısıdır.

Bu değerlendirmeden şu sonuç çıkmaktadır: İslami beldelerde yaşamakta olan bu kadar kabarık Kur’an kursları, Kur’an’ı yüzeysel şekilde papağan gibi ezbere öğretmenin dışında bir şey yapmamaktadır. Vahyin manasını anlamadan sadece bununla iktifa etme görüşü, altını çizerek söylüyorum- bazıları inkar etti diye konuşmasın – Kuran kurslarını sadece ezbercilikten bırakan, manasının anlaşılmasını önemsemeyen, tefsirinin yapılmasını istemeyen, tatbike konmasını, tatbikatın özel hukuki yapısını reddeden bir anlayış ne İslami bir anlayıştır ne de Kur’anidir… Bu sadece ve sadece Hanoto gibi İslam âlemini Kur’an‘dan ve onun muhteviyat ve ahkâmından uzaklaştırarak, Kur’an ve Kurani tatbikattan uzaklaştırarak, papağan gibi -Âkif’in dediği gibi- sadece cenazelerde tilavet edilmek veya fal bakmak için ezbere okunmasını sağlamak, bir sömürge projesinden başka bir şey değildir. Çünkü Hanoto ‘Kur’an yaşadığı müddetçe Avrupa mağlup demektir’ demiştir. (Sayfa 330 -331 -332)

Hesap Kuran’dan

Allah bizleri Kuran ile şereflendirdi ve Kuran’dan hesaba çekecek. Eskiden olsa Kuran’ın anlamını okumaya imkânı olmayan insanları anlardım. Ancak bugün hepimizin elinin altında büyük bir imkân var. Cep telefonları, tabletler, bilgisayarlar elimizdeyken ‘öğrenme imkânım olmadı’ demeye hakkımız olmayacak.

Allah bizleri Risalelerden, Mesneviden veya şeyh sanılan insanların kitaplarından hesaba çekmeyecek. Kaç boncuk zikir çektiğimiz, kaç defa hatim ettiğimiz, kaç tane yasin okuduğumuz sorulmayacak. Hepimiz Kuran’dan hesap vereceğiz. Allah bizi hangi kitaptan imtihan ediyorsa en çok o kitaba çalışın.