Endüstri Devrimi Nereye Gidiyor?

Endüstri 1.0

1768’de James Watt tarafından buhar makinesinin bulunması ile başlayan ve emek yoğun üretimin yerini makine yoğun üretimin aldığı sürece Endüstri Devrimi denir. Buhar makinelerinin çalışma prensibi şudur: sıvı halde bulunan su, kömür, petrol vb. maddeler ile ısıtılarak kızgın bir buhar elde edilir. Bu buhar bir alana toplanıp ani ve hızlı bir şekilde soğutulur. Bunun sonucunda alanda basınç düşer ve vakum oluşur. Bu vakumun gücü kinetik enerjiye dönüşür ve bu kinetik enerji piston sistemini tetikler.

18. yüzyılda buhar gücüyle çalışan makinelerin artmasından sonra makineleşme ve sanayileşme büyük hız kazandı. Sonradan gerçekleştirilen teknolojik yeniliklerle buhar makinesi lokomotiflerde ve gemilerde kullanılmaya başlandı. Demiryollarının inşası, büyük ölçekli demir ve çelik üretimi, buhar gücünün artması, telgrafın yaygınlaşması, imalat sanayinde yaygın makine kullanımı ve petrolden istifade edilmesi de bu dönemde başlamıştır. Günümüzde kullanılan otomobillerin ana yapı taşları da buharlı makinelerdir.

Endüstri 2.0

İkinci Sanayi Devrimi, seri üretime geçiş ve üretimde elektriğin kullanılmasıyla oluşmuştur. Endüstri 1.0 ile makineler yaygınlaşmış ve enerji elde etmeye başlamıştık. Bu enerji kaynaklarından sağladığımız enerjiyi elektrik gücüne çevirmeye başladık. Elektrik enerjisi ile elektrik gücü kullanan üretim bantları devreye girdi. Fabrikalar; makineler arasında parçaların gidip geldiği bir üretim akışına dönüştü. Ama hâlâ insan gücü ağırlıklıydı.

Endüstri 2.0 ile gelen seri üretimin yürüyen bantları, tarihte ilk kez 1903 yılında Henry Ford’un otomobil fabrikasında kullanılmış. Otomobil teknolojisinin ilerlemesinde Endüstri 2.0 devriminin önemi çok büyüktür.

Endüstri 3.0

Bu dönem ile dijital evrim yaşandı. Elektronik cihaz kullanımı ve Bilgi Teknolojilerinin gelişmesiyle üretim otomasyona bağlandı. İlk programlanabilir mantıksal denetleyici (1969), ilk mikro bilgisayar olan Altair 8800 (1971) ve Apple’ın ilk bilgisayarı Apple I (1976) üretimi bu dönemin başlarında gerçekleşti.

Seri üretime geçişle birlikte otomasyon cihazlarının programlanması gerekiyordu. Fabrikadaki makineler artık bilgisayar kontrolünde çalışmaya başladılar. Kendi hafızası olan bu bilgisayarlar ile daha seri ve verimli üretim yapılmaya başlandı. Dolayısıyla insan gücüne olan ihtiyaç biraz daha azaldı.

Endüstri 4.0

Dünya’nın ayak uydurmaya çalıştığı Endüstri 4.0 ilk olarak 2011’de Almanya tarafından duyuruldu. Geçtiğimiz yıllarda da ülkemizde çeşitli organizasyonlarda kendisine büyük yer buldu.

Endüstri 4.0, Bilişim Teknolojileri ile fabrikaları bir araya getiriyor. Üretim aşamasında siber-fiziksel sistemlerin kullanılması neredeyse insanlardan bağımsız üretim yapan, kendi aralarında koordineli çalışıp optimize edebilen akıllı fabrikalar demektir. Bu da tabiî üretimde insan elinin çekildiğini gösterir.

Endüstri 5.0 & Toplum 5.0

İlk defa Bilişim Fuarı CeeBIT 2017’de Japonya Başbakanı’ndan duyduğumuz Endüstri 5.0 veya Toplum 5.0 felsefesini “Teknoloji insanlar tarafından bir tehdit olarak değil, bir yardımcı olarak algılanmalı.” olarak özetliyor.

Endüstri 5.0’ı Japonlardan farklı şekilde yorumlayanlar da var. Bir danışmanlık şirketinin yaptığı araştırmaya göre robotlar, seri yani tek tip üretimlerde gayet başarılı iken ürünlere müşteriden gelen özel istekler doğrultusunda özel bir şeyler eklemek istendiğinde insanın yardımına ihtiyaç duyuyor. Yukarıdaki araştırma bize üretim süreçlerinde insan dokunuşunun olmazsa olmaz olduğunu gösteriyor.

Dolayısıyla Endüstri 4.0 ile insansız üretim yapabilen akıllı fabrikalar, Endüstri 5.0 ile işbirlikçi robotların ve insanların aynı ürün üzerinde koordine bir şekilde çalıştığı yerlere dönüşüyor.

Tehlike ve Umut

Gelişen teknoloji hem umut verici hem korkutucu boyutta ilerliyor. 1918 yılında 20 milyona yakın insan sadece grip hastalığı yüzünden ölmüşken, gelişen teknoloji sayesinde artık hiç kimse grip yüzünden ölmüyor. 1918 yılında trafik kazasında ölen insan hiç yokken, 2018 yılında terör saldırında ölenlerden çok daha fazla trafik kazasında ölen insan var. Teknoloji geçmiş sıkıntılarımızı yok ederken, başka sıkıntıları getiriyor.

Teknolojinin bireye ve topluma faydası kadar zararları da var. Teknolojiden geriye gidiş nerdeyse imkânsız. Zararlarını bildiğimiz halde cep telefonu kullanmaktan vazgeçemiyoruz. Her yenilik önce kabul görmese bile, zamanla toplum o yeniliğe alışıyor ve bir daha bırakamıyor.

Bir ırmağın kendi yatağında ilerlemesi ne ise, teknolojinin ilerlemesi de öyledir. Geriye gitmeyeceği gibi, durdurmakta imkansızdır. Bir ırmakta akan suyu durduramazsınız ancak yönlendirebilirsiniz. Doğru yönlendirirseniz istifade eder, yanlış yönlendirir veya ihmal ederseniz altında boğulursunuz. Akıllı tedbirler suyun akışını elektrik enerjisine dönüştürür. Yılan zehrinden ilaç yapmak, küflü ekmekten penisilin üretmek gibi…  Elinizdeki bu kitabın yazılma amacı da budur işte.

Hızlı İlerlemenin Tehlikesi

İkinci Dünya savaşında ülkesine iki tane atom bombası atıldığı halde ayağa kalkabilen ve dünya sanayisinde kendini kabul ettirebilen bir ülkedir Çin. Öyle hızlı sanayileşeme yapıldı ki, verimli toprakların önemli bir kısmına fabrikalar kuruldu. Topraktan yetişen ürünlerden daha çok, pirinç gibi, sulak yerlerde yetişen ürünlerin tüketimi çoğalmak zorunda kaldı. Deniz yosunundan yapılan yiyecek türü bile var. Almanlarda patates kültürünün sebeplerinden birisi de, birbirine yakın tarihlerde yapılmış olan iki dünya savaşıdır. Kıtlık dönemlerinde hem besleyici hem doyurucu hem kolay yetiştirilebilen patates gibi ürünler daha çok tüketilir.

Teknolojinin zararları da var. Kirli havadan etkilenmemek için ağızlarında ameliyathaneye giren doktorlar gibi bantlarla dolaşan Çinliler haberlere sık sık konu olur. İşin daha vahim boyutları var. Hızlı sanayileşip şehirleşirken temiz havanın önemini ihmal etmiş olmanın bedelini ülke olarak çok ağır ödüyor Çin. Aynı anda bünyesinde hem dünyanın en kirli havasını hem de dünyanın en zengin insanlarını barındıran bir şehirdir Şanghay. Şanghay’daki gökdelenlerde yaşayan zengin Çinliler, aşağı sokaklardaki insanlardan farklı bir hava soluyor. Pekin’de şehre yukardan bakan çatı katlarına Alberta merkezli Vitality Air gibi şirketler tarafından Kanada’nın Rocky dağlarından elde edilen saf dağ oksijeni pompalanıyor. Vitality Air, içinde “dünyanın en temiz havasının olduğu” tüpleri 20 ila 32 dolar arasında bir fiyattan satışa sunuyor. Bu tüplerin her birinden 150 ila 250 nefes çekilebiliyor. Vitality Air’in Çin temsilcisi Harrison Wang, “Çin internet sitemiz sürekli çöküyor.” diyor. “Dışarıdaki hava kötü olduğunda satışlarımız tavan yapıyor. Sis ve duman kesinlikle en iyi reklam kaynağımız.”

Temiz hava tedarikçisi Aethaer adlı başka bir şirketin internet sitesinde, “ormandaki ağaçların yaprakları arasından geçerken organik bir şekilde filtrelendiği, ormandaki derelerin ve köpüren çayların üzerinden geçerken insan elinin değmediği suyu özümsediği.” yazıyor.

Teknolojide en hızlı ilerleyen ülke, en hızlı batan veya en çok sıkıntı yaşayan ülke olabilir. Teknolojiye yatırım yaparken bu gerçeği göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

Teknoloji Sahipleri Sahibiniz Olabilir

Dünya kölelik kavramını unuttu. Artık kimse kimsenin kölesi değil. Hepimiz böyle düşünüyor, böyle düşündürülüyoruz. Gerçekten de kölelik kalktı mı, yoksa şekil mi değiştirdi? Köle, “zorba bir gücün egemenliği ya da birinin buyruğu altında bulunan, özgür olmayan kimse” olarak tarif edilir.

“Bize hiçbir zorba zorla bir şey yaptıramaz. Ne yapacağımıza ne giyeceğimize, nereye gideceğimize, neyi satın alacağımıza kendimiz karar veriyoruz.” diye düşünüyorsanız, modern köleliğin nasıl işlediğini anlamamışsınız demektir. Modern kölelik, insanlık tarihinin gördüğü en sinsi kölelik türüdür. Eskiden köleler, köle olduklarını bilir ve ona göre bir hayat yaşarlardı. Modern köleler ise “ben özgürüm” şarkısını söyleye söyleye kölelik yapıyorlar. “Özgürlük” kitabının yazarı Zygmunt Bauman, modern çağın kölelik anlayışının baskı ve zorlama ile değil ‘tahrik etme’ ile sürdüğünü anlatıyor.

Modern köle medya tarafından yönlendirilir. Paranın ve medyanın sahipleri, kölelerinin ne yiyeceğine (reklam) ne giyeceğine (moda) karar verir ve öyle bir reklam yapar ki, kişi “benim canım istedi” der, “zevkinin bu” olduğunu zanneder. Bir hafta televizyon izlemeyen ve reklamın olduğu teknolojiden uzak duran insanlar kola gibi asitli içecek içme, pizza gibi yiyecek yeme arzusunu duymuyorlar.

Önümüzdeki yıllarda insanlığı daha tehlikeli bir kölelik türü bekliyor. Teknoloji eliyle sizin tüm duygularınızı, zaaflarınızı ve zevklerinizi arşivliyorlar. Beğeni tuşuna bastığınız her şey, izlediğiniz her video, paylaştığınız her söz, sizin kişiliğinizi, zevklerinizi ve zaaflarınızı arşivleyenler için bir malzemedir. Sadece bu kadar mı? Artık parmak iziniz onların arşivinde. Göz retinanız arşivlerinde. Yüz hatlarınızı tüm detaylarına ve yaşınız ilerledikçe oluşan değişimleriniz kadar arşivlediler. Zamanı gelince bu arşivi sizin kölelik zincirinizi sağlamlaştırmak için kullanacaklar. Teknoloji sahibi efendilerinize boyun eğmezseniz bile, ellerindeki arşiv sizi yönlendirmeye de bitirmeye de yetecek kadar büyük.

Sizin parmak izinizi bir uyuşturucu paketine yerleştirip çantanıza koyduklarında, bunun size kurulmuş bir tuzak olduğunu nasıl ispat edeceksiniz? Delil olarak kullanılan kamera kayıtlarına sizin çehrenizi yerleştirdiklerinde, önünüze koydukları kâğıda imza atmamak için direnebilecek misiniz? Hadi diyelim ki kendinizi korudunuz ve boyun eğmediniz. Sizinle ilgili arşiv yapanlar, eşiniz, oğlunuz ve kızınızla ilgili de arşiv yaptılar. Ailenizle sizi tehdit ettiklerinde direnciniz kırılmaz mı?

Dataizm Dini!

21. yüzyıla dair önerilerde bulunan tarihçi Yuval Noah Hariri, teknoloji çağının yeni dinini “veri dini” veya “dataizm” olarak adlandırıyor. Bu din anlayışının taptığı tek şey ise verilerdir. Teknoloji sahipleri insanlık tarihinde ilk defa bu kadar çok bilgi depolayabiliyorlar. Teknoloji sattıkları ülkeler hakkında her şey arşivlerinde. Teknolojiyi sattıkları insanlar hakkındaki her şeyi biliyorlar. Kişinin adı, soyadı, kimlik numarası, akraba ilişkileri veya ev adresinden bahsetmiyorum. İnsanların tek tek duygularını, zevklerini, korkularını arşivliyorlar. Bu verileri çok rahat bir şekilde kullandıkları olaylar ve zamanlar oluyor. Ancak ellerinde o kadar çok bilgi var ki, bu bilgiyle ne yapacaklarını tam olarak bilmiyorlar. “İnsanlık tarihinde ilk defa bir devlet (Amerika), dünyada neler olup bittiğine dair bu kadar çok bilgiye sahip olduğu hâlde bu kadar beceriksizce her şeyi eline yüzüne bulaştırmayı başarmıştır.” diyor Hariri. Çok bilgi sahibi olmak önemli ancak o bilgiyi yönetecek bir sistem ve ekip kuramazsanız, evinizin tavanına doldurduğunuz altın külçeler üzerinize düşer ve sizi öldürür.

“İşlerin zor ve yavaş yürümesinin en önemli sebebi, insanın çalışma hızının bilgisayarların veri toplama hızına yetişememesidir. Elindeki veri dağının altında ezilen devlet kaplumbağası, teknoloji tavşanına yetişemiyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin ulusal güvenlik ajansı, her kelimenizi takibe almış olabilir. Ancak ülkenin dış politikasındaki başarısızlıklardan anlayacağımız üzere, Washington ellerindeki tüm bu bilgilerle ne yapa-cağını bilmiyor. Amerika’nın durumu, rakibinin elindeki tüm kartları bilmesine rağmen, her turda kaybeden bir poker oyuncusuna benziyor.” diye anlatıyor Amerika’nın hâlini.

 

Sait Çamlıca

Eğitimci-Yazar