‘Yeni doğmuş, sütle beslenen sığır yavrusuna ne ad verilir?’ sorusuna cevap veremeyen gençler konuşuldu günlerce. Olay bir yarışma programında geçiyor. Üniversite öğrencileri bu sorunun cevabını bilmiyor. Öğrencinin verdiği ‘kuzu’ cevabı, haber sitelerinde ve sosyal medya’da alay konusu oldu. Konu alay edilecek bir konu değil. Üzerine hepimizin düşünmesi gerektiği bir gidişatı gösteren bir olaydır bu.
Daha birkaç ay önce benzer bir hadise dinlemiş ve günlerce etkisinden kurtulamamıştım. 12 yaşında ki bir kız çocuğu babasına ‘Baba! Elma hangi Fabrika’da yapılıyor?’ diye sormuş. Şaka değil, ciddi olarak sormuş. Çünkü bu kız çocuğu bir apartman dairesinde doğdu. Belki bir site bahçesinde çocukluğu geçti. Ev ile okul arasında servisle gidip geldi. Evlerine yakın bir Alışveriş Merkezinde vakit geçirdi. Alışveriş Merkezinin en üst katında sinemaya gitti, alt katından alışveriş yaptı. O yaşına kadar yediği sebze ve meyveleri, sadece lüks marketlerde gördü.
Hayatı boyunca köye gitmemiştir. Dalından meyve kopartmamış, topraktan soğan çıkartmamış bir çocuğun, sebzelerin Fabrikalarda imal edildiğini sanmasına kimse şaşırmasın. Bu şartlarda büyüyen çocukların, oğlak, kuzu, sıpa ve buzağı arasındaki farkı bilmemelerine şaşırmayın. Bu sorunun cevabını bilemeyen gençlerle alay eden gençlerin çoğu, bunlar arasındaki farkı, cep telefonunun arama motoruna bakarak öğrenmiştir.
Fıtrata aykırı şehir hayatı…
İnsanlık tarihi boyunca köylerin bu kadar boşaldığı bir dönem hiç olmamıştır. Bu kadar hızlı şehirleşmenin, hava kirliliğinden daha derin sorunlar doğuracağını kimse tahmin edemedi. Hızlı şehirleşmenin yeni yetişen nesiller üzerindeki etkisini, zaman geçtikçe daha çok konuşmak zorunda kalacağız. Yaşayarak öğreniyoruz köyden, topraktan uzak kalmanın sonuçlarını. Genelde çocuklar ve gençler üzerinde ki etkisi gündeme gelse de, yetişkinler olarak, hepimiz bu sıkıntıyı yaşıyoruz.
Kırklı yaşlarında ve iş hayatında aktif bir bayan, koşturmaktan bunalınca bir psikologa gider. Yaşadığı psikolojiyi ve bunalımı anlatırken ‘kendimi bir fare gibi hissediyorum’ diye söz başlar. ‘Sabah ev kutusundan çıkıp otobüs kutusuna giriyorum. Otobüs kutusunda çıkınca iş kutusuna geçiyorum. Akşam aynı kutular arasında yolculuk yapıp evime geri dönüyorum. Kendimi bu üç kutu arasında dolanan bir fare gibi hissediyorum ‘ diye anlatıyor duygularını. Özellikle yer altında (metro) yolculuk yapma süresinin çoğalmasından sonra, ‘fare psikolojisi’ benzetmesi önemlidir. Gelecek yıllarda bu benzetmeyi daha sık duyacağız.
Tezek kokusu mu egzoz dumanı mı?
Şehir hayatında bedenimiz toprakla temas etmiyor, kuş sesi duymuyor, ağaç yapraklarının hışırtısının verdiği huzurdan mahrum kalıyoruz. ‘Cırcır böceğinin sesini bile özlemişim’ cümlesini kuran çok oluyor, yazları köyüne gidenlerden. ‘Tezek kokusu, İstanbul trafiğinde ki egzoz dumanı kokusundan sonra, beni rahatlatıyor’ demişti bir arkadaşım. Özellikle yaylalara çıktığımızda ‘oksijen’ kelimesi ete kemiğe bürünüyor. Çam ağacının yaydığı koku, pahalı parfümlerin kokusundan daha hoş geliyor. Domatesin yaprağını eline alıp koklayan sadece ben değilim!
Hayvanlar bile etkileniyor.
İstanbul’un kalabalık bir caddesinde gezerken, yanımdaki arkadaşıma ‘şu kedi ve köpekler insandan kaçmıyorlar. Yanından geçerken nerdeyse çarpışacağız. Memlekete gittiğimde bir kedi veya köpeğe iki metreden daha fazla yaklaşamıyorum. Hemen uzaklaşıyorlar’ dedim. Kalabalık şehirler, hayvanların reflekslerini bile değiştiriyor. ‘Bu kalabalık ve gürültülü şehir hayatı hayvanlara göre bile değil’ diye espri yapmıştım arkadaşıma.
Aylarca süt için ahırdan çıkartılmayan hayvanların, ilk defa doğaya çıkışları ile ilgili videolar var. O videoları ne zaman izlesem ‘Doğadan, topraktan ve açık havadan uzak bir hayatın, hayvanlar için bile çekilmez olduğunu’ düşünürüm. Hayvan için zor, insan için boğucu, özellikle çocuklar için çok daha büyük sıkıntılara sebep oluyor kalabalık şehirler.
Bayram!
Bayramlarda yollarımız tıkanıyor. Herkes şehirden kaçıp köyüne veya kasabasına gidiyor. O birkaç günlük huzuru yaşamak için, saatlerce trafik çilesi çekmeyi göze alıyoruz. Türkiye’nin dini ve kültürel yaşantısını hiç bilmeyen bir yabancı, sosyal medya paylaşımlarımızı takip etse, göreceği paylaşımlara şaşırır. Bayram öncesi AVM’lerde kahve içerken resim paylaşanlar, birden bire kedi, köpek, tavuk, inek, kuzu veya bir ağaç ile resimler paylaşmaya başlıyor. Bir ağaç ile resim çekinip paylaşmak, 30 sene önce kimsenin aklına gelmezdi. Şehir hayatı bize ağaçları bile özletti.
Şehir hayatında apartman dairesinde mahkum gibi yaşayan çocuklar, köye gittikleri zaman, cezaevinden izine çıkmış bir mahkumun yaşadığı duyguyu yaşıyorlar. O birkaç gün içerisinde, birçoğu eline cep telefonu veya tableti almıyor. Sabahları normalden daha erken uyanıyor. Bahçeden içeri girmek istemiyor. Aynı gün içerisinde birkaç defa kıyafet değiştirmek zorunda kalacak kadar yuvarlanıyor bahçede. Çocuklar çocukluklarını köyde yaşayabiliyorlar.
Baba ocağını söndürmeyin!
Tüm bu sıkıntılar ve gerçekler ‘hepimiz köye dönelim’ anlamına gelmiyor. Şimdiden sonra yeniden köye göç, olağanüstü durumlar dışında, imkansız görünüyor. Zorunluluktan yaşanılan hayatın içinde, nefes alabileceğimiz imkanları değerlendirmek zorundayız.
İmkanı olanlar, çocukların doğayla iç içe günler geçirebileceği izcilik gibi alanlara çocuklarını yönlendirmeli. Aileyle birlikte bu tür aktiviteler yapmak çok daha faydalı olur. Prof. Dr. Teoman Duralı ‘Hayatında bir fidanın olgunlaşmasını izlememiş, bir kuzunun doğumuna şahit olmamış çocuklara Tanrı’yı anlatmaya çalışıyoruz’ diyor.
Gidebileceği bir köyü, köyünde veya kasabasında kalabileceği küçük bir evi olan herkese, köyü ile bağını kopartmamasını tavsiye ediyorum. ‘Ben oralarda sıkılıyorum’ veya ‘eşim köyü sevmiyor’ diyenlere ‘Kendiniz için değil, çocuklarınız için bile olsa, Anadolu ile bağınızı kopartmayın’ diye tavsiyede bulunuyorum. Çocuklarınızın gidebileceği bir köyü, köy veya kasabada bir evi olmalı. Çocuklarınız toprakta yuvarlansın, dalından elma kopartsın, bahçede böcekleri, ahırda inekleri görsün. Tatil bitip okula döndüğünde arkadaşlarına göstereceği resimleri, anlatacağı anıları olsun.
Baba ocağını söndürmenin bedelini, bunalıma giren evlatlarınızla ödemek zorunda kalabilirsiniz.