Düşünen ve sorgulayan nesiller yetiştiremeyen toplumlar, 21. yüzyıl dünyasında tüketen ve kullanılan toplumlar olarak kalacak. Düşünen ve üreten insanlara her zaman ihtiyaç olacak. Gençlere öğretmemiz gereken en önemli şeylerden birisi “henüz icat edilmemiş ve keşfedilmemiş olan şeylerin, bugüne kadar icat edilip keşfedilmiş olanlardan çok daha fazla olduğu” gerçeğidir. Daha iyi bir cep telefonu, daha faydalı ve kullanışlı bir sosyal medya programı, daha kaliteli bir araba, daha güvenli uçuş yapan bir uçak her zaman üretilebilir.
Genç Beyin!
İcat ve keşiflerin ihtiyaçlardan doğduğunu birçok farklı örneklerde görebilirsiniz. Birçok yeniliğin yeni nesiller tarafından yapılabildiği gerçeğini de görmek zorundayız. Yeni şeyleri yeni nesiller daha çabuk keşfeder. Biz büyüklere ve devlete düşen en önemli sorumluluk, gençlere yol açmaktır. Onları teşvik etmek ve düşünen ve sorgulayan insanlar olmalarını sağlamak zorundayız.
İnsanı Meleklerden Üstün Yapan Vasfı!
Melekler bilgi üretemez, sadece kendilerine verilen bilgiyi kullanır. Bilgiden bilgi üretebilen tek canlı insandır. Kur’an-ı Kerim’de insanın yaratılışını anlatan ve meleklere insana secde etmesini emreden âyetler, bize insanı üstün yapan şeyin, Allah’ın kendisine verdiği “eşyaya isim verme” yetisi olduğunu anlatıyor. Bakara Sûresinin 30-33 ayetleri arasında anlatılan yaratılış hikâyesinden çıkartılacak çok ders var.
Rabbin meleklere: “Bakın, Ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini yaratacağım!” demişti. Onlar: “Seni övgüyle yüceltip takdis eden bizler dururken, orada, bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. [Allah:] “Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) Ben bilirim!” diye cevapladı.
Ve O, Âdem’e her şeyin ismini öğretti, sonra onları meleklerin önüne koydu ve “Dedikleriniz doğruysa haydi bu şeylerin isimlerini bana söyleyin bakalım!” dedi.
Onlar: “Sen kudret ve egemenlikte kusursuz ve eksiksizsin! Senin bize bildirdiğin dışında bir bilgimiz yoktur. Doğrusu yalnız Sensin her şeyi bilen, gerçek hikmet Sahibi!” diye cevap verdiler.
O: “Ey Âdem, bu şeylerin isimlerini onlara bildir!” buyurdu. [Âdem] isimleri onlara bildirince [Allah]: ‘Size, göklerin ve yerin gizli gerçekliğini, açıkladıklarınızın ve gizlediklerinizin tümünü yalnız Ben bilirim’ dememiş miydim?” dedi.
Bir konferansım öncesi ilçe Müftüsü Zeynel Abidin Çınar beni sahneye takdim etmeden önce “Ben Kur’an’da 3 tane secdeye rastladım” diye söze başladı. Bu secde herkesin bildiği “Tilavet secdesi” değildi. Bahsettiği 3 secdenin birincisi meleklerin Âdem’e secdesiydi. Allah meleklerine Âdem’e secde etmelerini emretmişti. Hani biz meleklere: “Âdem’e secde edin, demiştik…” (Bakara-34)
İkinci secde Firavun’un emrinde çalışan sihirbazların Hz. Mûsâ’ya secdesidir. Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar; “Harun’un ve Mûsâ’nın Rabbine iman ettik” dediler. (Taha-70)
Üçüncü secde ise kardeşlerinin Hz. Yûsuf karşısında secdeye kapanmasıdır. “Ana ve babasını taht üzerine çıkardı, hepsi Yûsuf için secdeye kapandılar.” (Yûsuf-100)
Elbette buradaki secdeler, kulun Rabbine secde etmesi gibi değil, Rabbinin emirleri karşısında secde etmesi, boyun bükmek zorunda kalması olarak anlaşılmalıdır. Allah, meleklerin Hz. Âdem’e secde etmesini neden istedi?
Topraktan yaratılan Âdemoğlu’nun özelliği neydi ki, cinlerin ve meleklerin secdesini hak ediyordu?
Topraktan yaratılan Hz. Âdem, kendisine verilen akıl-düşünme yeteneği sayesinde eşyaya isim verebilme donanımına sahipti. Allah, Hz. Âdem’e ve meleklere sorular sorarak imtihan etti. Sorulara cevap veremeyen Melekler, Hz. Âdem’e secde etmek zorunda kaldılar.
Firavun’un gözde kulları (!) olan sihirbazlar, neden Rab gördükleri Firavun’a, hem de bütün halkın önünde sırt çevirip karşı geldiler? Öyle bir an ve ortamda yaptılar ki bunu, Firavun Hz. Mûsâ’yı milletin önünde rezil etmek için topladığı kalabalıklar karşısında rezil oldu. Hz. Mûsâ, Allah’ın kendisine yardım etmesi sayesinde sihirbazların hilelerini ortaya çıkardı. Sihirbazların milletin gözünü boyadığını biliyordu ve oyunlarını bozdu.
Kardeşleri, kurtulmak için kuyuya attıkları Hz. Yûsuf’a secde etmek, boyun eğmek zorunda kaldılar. Hz. Yûsuf’un rüyaları yorumlama bilgisi, ahlâkı ve dürüstlüğü ile elde ettiği başarı, kardeşlerine boyun eğdirdi.
Üç secdenin de ortak özelliği, bilmeyenin bilene secde etmesidir. Cehaletin bilgiye secde etmesidir aslında bu secdeler. Şimdi anlıyor musunuz, İslam coğrafyasının Batı’ya 150 yıldır neden secde etmek zorunda kaldığını.
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar