2000 yılında öğretmenliğe başladığımda, müfredattan daha çok okuduğum kitaplardan anlattıklarımın öğrencilerim üzerinde etki ettiğini fark etmiştim. Hem okumaya hem okuduklarımı öğrencilerimle paylaşmaya devam ettim. Çalıştığım bir kurum amiri bana veli toplantısında konuşma yapmamı söyleyince kısa bir hazırlık yapıp velileri bilgilendirdim. Verdiğim bilgiler öğrencilerimin ders başarısı veya başarısızlığı merkezli değildi. Daha çok çocuklara ve gençlere örnek olmamız gerektiğini, ev-okul iş birliğinin önemini, çocukların bizim emanetimiz olduğunu anne babalara anlatmaya çalıştım.
Bu tür bir konuşmaya veliler alışık değildi. Genelde ders notları, devamsızlık, öğrenci kavgaları gibi konular dinlemiş olan veliler, söylediklerimden sonra bana daha çok yakınlaştılar. Çalıştığım kurumun amiri bir sonraki programda da konuşma yapmamı istedi. Ben de daha ciddi bir hazırlık yaptım. Bu seferki konuşmamın örnekleri, öğrencilerimden dinlediklerim ve notlarımın karışımından oluşuyordu.
“Babam maç izliyor, bana odana geç, ders çalış yoksa gebertirim diyor” diyen öğrencimi de anlattım, ailesinden ders çalışmayarak intikam alan öğrenci psikolojisini de anlattım. O yıllarda ajandama not aldığım bir öğrenci mektubu vardı. O mektuptan ve içeriğinden de bahsettim. Öğrenci mektubunun hikâyesi şöyle:
Öğrencileri tanımak için onlardan mektup alan bir öğretmen, o mektuplardan en çok etkilendiği notu bir kitapta görmüştüm. İlkokul üçüncü sınıfa giden bir kız çocuğu, öğretmenine yazdığı mektupta diyor ki: “Benim annem televizyonun kumandasını elinde tuttuğu kadar benim elimden tutmuyor hocam! Benim babam okey taşlarıyla oynadığı kadar benimle oynamıyor.”
Velilere bunu anlattıktan sonra, şöyle dedim: “Daha on yaşında bu cümleyi kurmak zorunda kalan kız çocuğu, on dört yaşına geldiği zaman, mahallesinde veya okulunda bir erkekten iltifat ve sevgi sözleri duyduğu zaman, içindeki sevgi ve ilgi boşluğu doluyor. Bu boşluğu oluşturan anne ve babalardır. İçindeki sevgi boşluğunu dışarıda doyuran kız öğrenci, kendisini doğuran annesini de karnını doyuran babasını da bırakıp yüreğindeki sevgi boşluğunu dolduran insanın peşinden koşar. Erken yaşta kocaya kaçan kız çocuklarının önemli bir kısmında benzer hikâyeler vardır.”
Analı Babalı Yetim Çocuklar
Televizyonların yaygınlaşmasından sonra, literatüre resmi olarak girmemiş olsa bile, kullanılmaya başlanmış en hüzünlü kavramlardan birisidir ‘analı babalı yetim çocuklar’ kavramı. Annesi babası olmayan veya ayrı olan çocukların bir kısmında “yetim çocuk psikolojisi” vardır. Dinimizin yetimlere özel bir değer atfetmesi bundandır. Teknoloji kuşatmasında yaşadığımız bu dönemde insanlık tarihinde ilk defa anne babası yaşadığı hâlde yetim psikolojisine sahip çocuklar çoğaldı. Anne babası yaşıyor, aynı evde oturuyorlar ancak “aile” olmanın getirdiği muhabbetten mahrum kaldıkları için yetim çocuk psikolojisine sahip çocuklar var.
2000’li yılların başında bu örnekler çoktu. Ancak zaman ilerledikçe, örnekler değişime uğramakla beraber, maalesef çoğaldı. En ilginç örnek 2018 yılının Eylül ayında haber sitelerine düştü.
Almanya’nın Hamburg kentinde 7 yaşında Emil Rustige ismindeki bir çocuk tarafından “Benimle Oynayın, Cep Telefonuyla Değil” sloganıyla bir yürüyüş düzenlendi. Anne ve babasının kendisinden daha çok telefonla ilgilendiğini söyleyen Emil Rustige ile birlikte pek çok çocuk yürüdü. Yaklaşık 150 çocuk gösteriye katılırken, ebeveynleri de bu protestoyu kenardan izledi.
Bu eylem, Alman medyasının büyük ilgisini çekti. Bild’de yer alan habere göre, Alman polisi, çocukların etrafında geniş güvenlik önlemleri aldı. Polis sözcüsü şu açıklamayı yaptı: “Çocukların bu eylemlerini ciddiye alıyoruz.”
Protestoya katılan küçük çocukların pankartlarında şu ifadeler yer aldı: “Uçuş modu açık şimdi sıra bende,” “Biz çok sesliyiz, sizler cep telefonu ekranına bakıyorsunuz,” “Benimle konuş cep telefonunla değil,” “Çocuklara vakit ayırın.”
Gösteriyi düzenleyen 7 yaşındaki Emil, diğer çocuklara hitaben, “Burada yüksek sesle konuşuyoruz, çünkü anne-babalarımız bizi duymuyor” diye konuştu. Küçük çocuk, anne-babaların her yerde telefonla uğraştığını belirterek, “Denizde, havuzda, alışverişte… Her yerde telefonla ilgileniyorsunuz” dedi. Gösteride, en çok kullanılan sosyal medya logoları üzerinde çarpı işareti olan pankartlar taşındı.
Babam Yüzüme Baksın
İstanbul / Sultangazi’de bir okulun veli toplantısı için eğitme gitmiştim. Program sonrası idareci ve öğretmenler, babalara ulaşamadıklarını, toplantılara genelde annelerin katıldığını söyleyip benden yardım istediler. Bazı okullarda yaptığım bir uygulamayı tavsiye ettim kendilerine. Bir pazar günü öğleden önce “sadece babalar katılacak” yazılı bir davetiye ile velileri davet etmelerini tavsiye ettim. Daha önce başka okullarda benzer bir uygulama yaptığım için bu uygulamanın babaları okula getirdiğini biliyordum. Daha çok “sadece babalar katılacak” cümlesinden dolayı meraktan geliyorlar. Programdan birkaç gün önce, öğretmenlerden birisi öğrencilerine “Okula yazar gelecek. Babalarınıza konuşma yapacak. Yazarın babanıza söylemesini istediğiniz bir şey varsa küçük bir kâğıda yazın” demiş. Öğretmen arkadaş bu notları bana gönderdi. Gelen isteklerin yarısı, “babam benimle ilgilensin” anlamındaydı. Benim en çok etkilendiğim cümle “Babam gözüme baksın!” cümlesiydi. Elindeki cep telefonuna bakmaktan, evladının gözlerine bakmayı ihmal eden baba ve anne sayısı gittikçe çoğalıyor.
Bu haber ve olaylar, teknoloji kuşatmasında yaşayan ailelerin çocuklarında nasıl bir boşluk oluşturduğunun en somut göstergelerinden birisiydi. O boşluğu anne ve baba doldurmazsa, çocuklar artık mahallelerindeki kötü ve art niyetli insanların tuzaklarından çok daha büyük tuzaklara düşebilirler. Ellerindeki akıllı telefonlar ile çocuklar boşluk dolduruyorsa, o boşluk tüm aileyi içinden çıkamayacakları kuyulara düşürebilir.
Çocuğunuzu Evinizden Alırlar!
Teknoloji çağı öncesi, çocuklarınızı kötü alışkanlıklardan korumak için kötü arkadaşlarından korumanız yeterliydi. Mahallede veya okulda kötü alışkanlığı olan çevrelerden uzaklaşmasını sağlamanız, çocuğunuzu korumak için yeterli olmasa bile önemli bir adımdı.
Akıllı telefonlar hayatımıza girmeden önce uzmanlar “Çocuğunuzun kendi odasında tek başına bilgisayar başında uzun vakit geçirmesine izin vermeyin. Tedbir olarak bilgisayarı birlikte oturduğunuz odaya yerleştirin.” gibi tavsiyelerde bulunuyorlardı. Artık bu tavsiyeler hiçbir işe yaramıyor. Değil aynı evde aynı odada, siz yan yana bile otururken çocuğunuza uyuşturucu satabilirler.
Teknoloji çağında çocuğunuzun mahalle arkadaşı neredeyse kalmadı. Arkadaşları sosyal medyada ve yan odada değil, koltukta sizin yanınızda otururken, elindeki cep telefonuyla uyuşturucu satın almasına engel olabilecek misiniz?
Eskiden çocuğunuzun kumar alışkanlığı edinip edinmediğini öğrenmek, çocuğu takip etmek ve bu alışkanlığından vazgeçirmek daha kolaydı. Elindeki cep telefonuyla para kazanıp kaybedeceği bir kumar düzenine kendisini kaptırıp kaptırmadığını anlamak ve takip etmek ise çok daha zor.
Kumar gibi beyni uyuşturup aklı devre dışı bırakan tuzaklara kendisini kaptıran insan, bu bataklıkta çırpındıkça daha çok batar. Gözü hiçbir şey göremez hale gelir. Harçlıklarıyla eğlenmek ve belki de yeni marka bir cep telefonu alabilmek için oyuna başlayan genç, para kazanma hırsı veya kaybettiğini geri alma inadıyla daha çok oynamaya başlar. Elindeki para yetersiz gelince babasının kredi kartını bu oyunlar için kullanmaya başlayabilir.
Değil uyuşturucu, sigara bile içmemiş bir babanın oğlu, uyuşturucu kullanmak ve satmaktan tutuklandığında evlatlarına iyi bir gelecek hazırlama derdindeki baba, evladını cezaevinde ziyarete gitmek zorunda kalabilir. Uyuşturucu bağımlısı olan evladını tedavi ettirmek için elindeki tüm parayı harcamak zorunda kalan aileler, evlatlarını ihmal etmiş olmanın bedelini çok ağır öderler. Hayatı boyunca hiç kumar oynamamış bir baba kredi kartları ekstresinde yüksek ödemeleri fark ettiğinde iş işten geçmiş olabilir. Evladınızı ihmal etme kumarı, hayatınızı bitiren ve içinden çıkamayacağınız tuzaklara düşmenize sebep olabilir.
Çocuğunuzun yalan söylediğini duyduğunuzda hemen müdahale eder, yalan söylemenin ayıp ve günah olduğunu anlatırdınız. Teknoloji çağında çocuğunuza yalan söyleminin ayıp ve günah olduğunu söylerken ‘sosyal medya’ gibi sanal ortamlarda yalan söylemenin ayıp ve günah olduğunu da söylemeniz gerekiyor. İkiyüzlülük yapan bir evlada hiçbir anne baba sahip olmak istemez. Sosyal medyada ikiyüzlülük yapmak ile gerçek hayatta ikiyüzlülük yapmak arasında bir farkın olmadığını gençlere kim öğretecek?
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki çocuğunuzu gözünüzün önünden ayırmıyor olmanız, çocuğunuzu korumanız için yeterli olmayabilir. Evladınızı kullanmak için hedef seçen kişi mahallenizdeki birkaç serseri değil artık. Dünyanın bütün profesyonel insan avcıları yan koltukta telefonuyla oyun oynayan çocuğunuzu hedef almış durumda.
Sosyal Medya Ahlâkı
Evlatlarınıza ahlak eğitimi verirken sadece sosyal hayat içerisindeki ahlâk kurallarını öğretmeniz yeterli değildir. Sosyal medya ahlâkı da vermek zorunda olduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Bunu ihmal ederseniz, sosyal hayatında ahlâklı bilinen evladınızın sosyal medya ahlâksızlıklarıyla yıkılırsınız. Oğlunuzun küfürlü yazışmaları, kızınızın yarı çıplak resimleri yüzünden mahcup olmayın!
Kim Yapacak?
Teknoloji çağı ve şehir hayatında aileyi, gençleri ve toplumu korumak için kim proje yapmalı? Milli Eğitim mi? Diyanet İşleri Başkanlığı mı? Emniyet Genel Müdürlüğü mü? Belediye Başkanları mı? Gençlik ve Spor Bakanlığı mı? Kültür Bakanlığı mı? “Hangi Bakanlık, hangi kurum sorumlu bu işten?” diye soranlara ‘hepsi’ diyorum. Herkesin sorumluluğunu anlatan sevdiğim bir yöntem var. Şöyle:
Yapılması gereken önemli bir iş vardı ve herkes, birisinin bu işi yapacağından emindi. Gerçi bu işi herhangi biri de yapabilirdi. Ama hiç kimse yapmadı. Birisi buna çok kızdı. Çünkü iş herkesin işiydi. Herkes, herhangi birinin bu işi yapabileceğini düşünüyordu ama hiç kimse, herkesin yapamayacağının farkında değildi. Sonunda herhangi birinin yapabileceği bir işi hiç kimse yapmadığı için herkes, birisini suçladı.
Cami İnşasından İnsan İhyasına
Anadolu insanı, dini vecibelerini yerine tam olarak getirmese bile dinini sever. Anadolu’daki camilerin önemli bir kısmını milletimiz cebinden ödediği para ile yaptırmıştır. İnşa edilen camilerin toplumu ihyası için projeler yapılması gerekiyor. İhya ihmal edildiği için, camilerimiz emekliler lokaline dönüştü maalesef.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve müftüler, cami inşasından daha çok cami ile birlikte mahallenin ihyası için çalışmalı. Bayanlar için Kuran Kursları, gençler için Cami Gençlik Kolları kurmak, cami inşa etmekten daha önemli hale geldi. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki gençlik, spor ve kültür merkezleri inşa etmek, cami inşa etmekten daha önemli hale geldi. İdeal olan, her mahallede var olan camilerimizi daha işlevsel hale getirme projeleri yapmaktır.
Kuran Kursları’nın çoğaldığı ilçelerde sakinleştirici ilaç kullanan bayan sayısının azaldığı istatistiklerle tespit edilmiş bir gerçektir. Bunun en önemli sebebi, muhafazakâr ev hanımlarının, ev dışında gidip muhabbet edebilecekleri mekânlara kavuşmuş olmalardır. Muhabbet deyip geçmeyin. Psikolojik rahatlama açısından ilaç gibi etkilidir muhabbet.
Benzer örnekler Belediye Kültür Merkezleri’nde de yaşanıyor. Belediye Kültür Merkezi’nde el işi kursuna katıldıktan sonra sakinleştirici ilaç kullanmayı bırakan ve rahatlayan kişilerden bunu bizzat dinledim.
Anadolu’nun her köşesinde şehir merkezlerinde ve kenar mahallelerinde çay bahçeleri mevcuttur. Bu mekânlar, toplumumuzun dertleşebildiği ve muhabbetin olduğu yerlerdir. Kahve içme mekânları, sohbet grupları, sportif birliktelikler teknoloji kuşatması altında yaşayan insanları gerçek hayatın içinde tutan çok önemli mekânlar işlevi görüyor.
Yetkililerin görevi bu tür mekânların boş boş gevezelik yapılan yerler olmaktan çıkartıp, kitap tahlillerinin yapıldığı ve fikir alışverişlerinin olduğu mekânlara dönüştürmektir. Bazen mahallenin büyükleri, bazen mahallenin imamı, bazen okulun öğretmenleri bu mekânlarda özel sohbetler yapabilir.
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar