Rahmetli dedem anlatırdı, kendi dedesinin nerelerden geldiğini. Dedemin dedesi Artvin’den Tokat’a göçmüş. Osmanlı’nın Kafkas bölgesindeki savaşları, o bölge halkını iç Anadolu’ya göçmek zorunda bırakmış.
Sonrası 1900’lü Yılların Başı…
Tüm dünyada savaş hazırlıklarının en yoğun olduğu yıllar. 1920’li yıllara kadar, Anadolu insanı, o kadar yoğun savaşlar içine girmiş ki, neredeyse Anadolu’da erkek kalmamış. Gidip gelmeyenler, sağlam gidip sakat dönenler, öldü sanılıp yıllar sonra dönebilenler…
Bugün bildiğimiz, Anadolu’da yazılan ağıtların büyük bir kısmı, o yıllarda yazılmış. Yemene gidip gelemeyenler için yazılmış olan Yemen Türküsü halen dinlenir, sevilir.
Eli silah tutan herkesin savaşa çağrıldığı yıllardan bahsediyorum.
Tokat’tan askere giden gençlerin arkasından yazılan bir ağıt, bazen oyun havası gibi söyleniyor. Ancak “Hey on beşli” diye başlayan türkü, bir oyun havası değil, on beşli yaşlarda savaşa giden gençlerin arkasından sevdiklerinin yazdığı ağıttır.
Hey on beşli on beşli
Tokat yolları taşlı
On beşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı…
Birinci Dünya savaşında çok şey kaybetmiş olsa da Anadolu insanı, Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında büyük başarılar elde etmiş. Bir İngiliz General, “Evet biz Çanakkale savaşını kaybettik. Ancak Anadolu halkı o kadar çok İslam Alimini kaybetti ki bu savaşlarda, bu kayıplarını toparlamaları çok uzun zaman alacak. Anadolu insanının manevi direkleri olan alimlerinin büyük bir kısmı bu savaşta yok oldu” demiş. İngiliz General çarpıcı bir gerçeğe dikkat çekiyor.
Savaşlar biter, Osmanlı yıkılır. İslam coğrafyası Halifesiz / başsız kalır. Onlarca devlet kurulur. Hepsinin halkı Müslüman… Ancak hepsi, koca bir neslini savaşlarda kaybetmiş.
Savaş yıllarından daha büyük sıkıntılar yaşadı büyüklerimiz, savaş sonrası yıllarda. Dünyada harfleri değiştirilerek, tarihiyle bağları kopartılmış kaç millet var? Savaş yıllarından sonra toparlanmaya çalışan Anadolu insanı, yıllarca çok büyük bir manevi savaş daha yaşadı.
Anadolu insanı savaşta yaşadığı acılardan daha büyük acılar yaşamış 1950’li yıllara kadar. Din adına her şey yasak! Ezanlar Türkçe okutulmuş, Kuran öğretmek isteyenler hapse atılmış. Mağaralarda, evlerinin mahzenlerinde Kur’an saklayanların hikayelerini, dedelerinizden dinleyebilirsiniz.
“Bu ülke insanı, Kur’an okumayı unutmasın!” diye verilen mücadeleleri mutlaka okunmalı. İlk kuşak, “Kur’an’ın unutturulmaya çalışıldığı nesiller içinde ne kadar çok Kur’an okumayı bilen yetiştirebilirsek o kadar iyi olur. Kur’an öğretmeyi başardığımız gençlerin bir kısmına Kur’an’ı ezberletip Hafız sayısını da çoğaltmamız gerekir” düşüncesiyle hareket ettiler.
Bu yaşam öyküsü sadece benim dedelerimin hikayesi değildir. Bu coğrafyada yaşayan / yetişen herkesin dedesinin benzer hikayesi vardır.
Kur’an Nağmeleri Değil, Kur’an Ahlakı
Kur’an’ı, indirildiği dil olan Arapça olarak okumak, dinlemek elbette insanın ruhunu dinlendirir. Kur’an nağmelerinin insanı rahatlatıcı tarafını kimse inkâr edemez. Bir de sesi güzel birinden dinleyince, bambaşka dünyalara götürür insanı.
Kur’an nağmeleri, Kur’an alfabesi unutulmasın diye mücadele etmiş büyüklerimiz. Elhamdülillah, bu mücadeleyi kazanmışlar. Ancak, biz ve bizden sonra gelecek olan nesiller, sadece Kur’an alfabesi / nağmeleri için değil, Kur’an ahlakıyla yetişecek nesiller için mücadele etmeliyiz.
Ramazan vesilesiyle herkes Kur’an’ı hatmetmeye çalışıyor. Her yerde mukabeleler okunuyor. ‘Bunlar yanlış tavırlardır’ demiyorum. Elbette Ramazan ayı vesilesiyle daha çok Kur’an okunmalı. Ancak okunan Kur’an anlaşılmaya çalışılmalı.
Başka bir yazımda, “Bir şehir düşünün, yüz bin nüfusu var. Bu yüz bin kişinin tamamı HAFIZ… Bu şehirde her yıl sokak çocukları, tinerciler çoğalıyorsa, fakirlik ve yoksulluk her yıl artıyorsa, yetimlere sahip çıkılmıyorsa, o şehirde yüz bin HAFIZ değil, yüz bin FLASHDİSK var demektir” demiştim.
Kur’an’ı Sadece Zahiri Sanma. İblis de Ademi Ancak Toprak Olarak Görmüştü.
Atalarımız olan, dedelerimiz ve onların dedeleri, Kur’an okunsun, diye mücadele etti. Biz ve bizden sonraki nesiller Kur’an anlaşılsın diye mücadele etmek zorundayız.
Kur’an’ı güneşe benzetirler. Güneş ışık ve ısısını, eşit şekilde verir ama insanlar, kuşlar, çiçekler, denizler, yıldızlar, kendi kabiliyetleri oranında ihtiyaçları kadarını alırlar. Bütün kitapların anası olan Kur’an’ı,yüz insan okusa, yüzü de ayrı şeyler hissederler. Yüz ayrı çiçeğin güneşten ayrı ayrı renk aldığı gibi.
Kur’an’ı Kerim’in birçok manası vardır. Âlim de cahil de ondan kendilerine göre nasiplerini alırlar.
Kur’an’ın zahiri, insanın terkibine benzer. Sureti görünür ama can gizlidir. Günümüz ateist, materyalist, kafirleri şaşırtan şeylerin başında Kur’an’ın Allah kelamı değil, kendileri gibi bir insan sözü olduğu kanaatinde olmalarıdır. Hatta kendileri gibi olduğunu bile kabul etmezler. O’nu yalnız Arapça sözlerden meydana gelen eski bir kitap kabul ederler.
Bu yazıda anlatmaya çalıştıklarımı bazı konferanslarımda da dile getirdim. “Kur’an’ı anlamaya çalışarak Meal- Tefsir okuyun. Okuduklarınız üzerine tefekkür edin!” dedim. Söylediklerime tepki gösterenler oldu.
Benim sözlerime itibar etmek zorunda değil hiç kimse. Ancak aşağıda “Atalarınızın dini!” uyarısının yapıldığı birkaç ayeti okuyunca, bu ayetlere de itiraz eden olacak mı bakalım?
Kur’an’da ‘Atalarınızın Dini’ Uyarıları
Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız” derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi, 170)
Onlara: “Allah’ın indirdiğine ve elçiye gelin” denildiğinde, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” derler.
(Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse? (Maide Suresi, 104)
Onlar, ‘çirkin bir hayasızlık’ işlediklerinde: “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti” derler. De ki: “Şüphesiz Allah, ‘çirkin hayasızlıkları’ emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?” (Araf Suresi, 28)
Dediler ki: “Sen bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım.” (Araf Suresi, 70)
Onlar: “Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz” dediler. (Yunus Suresi, 78)
Dediler ki: “Ey Salih, bundan önce sen içimizde kendisinden (iyilikler ve yararlılıklar) umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan sen bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.” (Hud Suresi, 62)
Dediler ki: “Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor? Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşit bir adam)sın.” (Hud Suresi, 87)
Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk” dediler. (Enbiya Suresi, 53)
Dedi ki: “Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz.” (Enbiya Suresi, 54)
“Hayır” dediler. “Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.” (Şuara Suresi, 74)
Musa, onlara apaçık olan ayetlerimizle geldiği zaman: “Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmedik” dediler. (Kasas Suresi, 36)
Onlara; “Allah’ın indirdiklerine uyun” denildiğinde, derler ki; “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.” Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)? (Lokman Suresi, 21)
Ben bu ayetlerden şunu anlıyorum. Allah bana, “Sait Çamlıca, dedenden, babandan veya hocalarından öğrendiğin din ile yetinme!
Ya siz ne anlıyorsunuz bu uyarılardan?
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar